16 Ekim 2009 Cuma

KUR'AN ve MECİD

KUR’AN:”İnna nahnünezzelna alelKur’ane tenzihen”biz size Kur’anı siz olarak indirdik. Kur’ anı kerimin anlamını sadece Arapça karşılığı Türkçesi ile bilmek Kur’anı biliyorum manası ifade etmez. Esasta Kur’an Allahçadır. Allahçaya misal insandır, insanda konuşan Kur’andır. Ve LEDÜNİ, CİFİRİ, MATEMATİK, SEMANTİK anlamlarda olmakla ancak mana verebilmeye hak kazanabilirsiniz. Oda yine Hakkın takdirindeki Hak tarafından temizlenmiş kişilere vabestedir, ancak onlar Kur’ana el sürebilir. ”La yemessehu illel mutahharun”anlamı Hakkın temizlediği kişileri bildirir. İşte bu temiz kişiler İNNA ’daki insanı bulabilirler. Dar anlayışlar”cunub olanlar el süremez”der. Tabiî ki abdestimizi almak mecburiyetindeyiz. Kurani sadadi anlayış ve ilmi tevil ancak Hakkın temizlediği“mutahhirukum tathira” ayeti ile müjdelenmiş hakkın temizlediği kişilerin Kur’ ana vereceği manalardır. Kur’anı kerim envarı risalettir kime verilmiş ise ancak o kuranı söyler ve halka esasını öğretir, sahiplik ne hikmetse her asırda bu kişilere verilmiştir.
Fatır 32.”Biz Kur’anı seçtiğimiz insana miras kıldık”Kur’an anlayışın senle Kuran olsun. Kur’an Al-lahın kitabı ise sana ait değil demektir. “BENLE KUR’AN”dersen sahipliğin seninle olur ve bu anlayışı vücudunda bulur kendini konuşan Kur’an olarak Hakka mal edersin. Ey Allahtan gelen Allaha bu habli metin dönülü iplikçik vasfınla şu andada anlamış olursun. Allah böyle imali şekli fizik yapı şekli ile ko-nuşur. Yeterki kelamullah olan kendini ve içindeki tevhidi birlik mananı tanı. Ey batından zahire gelen manayı kur’an insan. Yine”BATINDA KALIRSA ONU TENZİL denir”buyuruyor. Ümmete dağvet gibi tenzildedir. Henüz İLMİ LEDÜNİ ANLAMLI KUR’AN SİZLERE MANACA NUZUL ETMEMİŞ OLUP TENZİLDE KALDIĞIDIR. ARAR ARZU EDER ÇALIŞIRSAN KUR’AN TENZİLDEN NUZUL EDİP SENİN KALBİNE GELECEK-TİR. İşte bu OLAYLI TEVHİDİ GELİŞTEKİ KURANI ANLAMANDA yine esasta MANAYI KURANDIR. TEF-SİR veya BEYAN, hele MEAL ANLAM hiç değildir. Yani O ALICILIKTA DEĞİLSEN KUR’ANIN MANASI TENZİLDEDİR, SANA İNMEMİŞTİR. ÇEKİÇİLİĞİNDEKİ CAZİBEN NASİBİNDİR UNUTMA! Yine “Kur ’an, tenzilden ne zamanki inerek zahire çıkar o zaman ona ittibağ vacip olur”buyrulur. Yani TENZİLDE Kİ SOYUT MANAYI ALARAK SOMUTİ MELEKAT MANA ANLAYIŞINA ÇIKARIP İLMİN TEĞVİL şekli ile ANLAR ve ANLATILIRSANIZ, O ZAMAN ONA TABİĞ OLMAN VACİPTİR. Bunun için 2 yol vardır. Bu UYGULAMALARI FARK ve TEMYİZ EDERSENİZ ancak MANAYI KUR’AN SİZİNLE OLACAKTIR. Olaya İŞTİRAKÇİSİNİZ, DIŞARIDA OLMAYAN İNSAN HER YERDE ve OLAYDA VARDIR. Kendince ayetini yorumla, aksi halde“FETTEBİ’İ KUR’ANE”ayetine KENDİN TABİ OLMAMIŞ, BAŞKASININ YORUMUNA UYMUŞ OLURSUN. Kısaca Kur’ana tabi ve onu kararlarsa-nız lisana, söze gelmeyecek mananın kalbine aksiyle ayeti kerimeyi tenzil etmiş ve size düşen anlam-larını almış olursunuz vacibiyetini emretmektedir. Bu olaylarda melekat güçlerin iş başında olmasıdır.
”Külli oluşumlar melekat güçlerin elindedir”anlamlı kalbe gelen kur’ani ahkâmda bu melekat yapı olan senin şimdilik bilmediğin ruhi vücudunun şu anatomi bedendeki tasarrufu ile olaylara vakıf ol-mandır. Bu MELEKAT GÜÇ veya MELEK BEDEN senin ESİRİ ALEM RUHİ VÜCUDUNDUR. KUR’ANI TENZİL EDİP HAKİKAT MANAYI ANLAMANIN KENDİ MELEKAT GÜCÜNLE OLDUĞUNU BİLMENDİR. ”biyedihi meleküti külli şeyin”ayet ışığında melaktel olanı tanı. Kısaca”BATINDAN ZAHİRE GELEN ŞEY’E KUR’AN DENİLİR”. Şu dünyamız bile batından zahire çıkmıştır. Şöyleki soyut bir dünya olarak sabitat alemin de VAR OLAN BU DÜNYA ve MÜCTEMİLATI KEVNİ SİSTEMİMİZDE SOMUTLAŞMIŞ ve ZAHİRE ÇIKMIŞTIR, bu olayda kur’anidir. Batından zahire gelen dünya ise bu olaya okumaklığınla kur’ani olayı okumuş olursun. Burada Asl olan yine insandır, insanda batından zahire çıkmıştır. Baba batınından anneye, anne batınından dünyaya geldik ve zahir olduk. Bu anlamda SENDE KUR’ANSIN vede üstelik KONUŞAN KUR’ANSIN. ACEB SENİ KİMLER OKUR? KENDİNE DÖNÜP KENDİ KUR’ANİYETİNİ OKUDUNMUKİ, BU YAZILARLASIN? OKU bu İNSANI, OKU bu BATINDA olan ve ZAHİRE ÇIKMIŞ olan FİKRİYATI MEKTUBU. İnsanda konuşan kur’ an olduğuna göre ilahi varidat kur’an olarak insana gelmekte ve insan kur’ana mevki olmakta. İnsanın varacağı yer kur’anın sahibidir. Sahipliğinle kendi kur’aniyetini bul! Subhutiyetinle oku. Beşeri vücudumuz cismen, kitap yani Kur’an demek. Okunması gerekir, kitap yani vücudu muktesebeyi maneviya-tımızla müsavi olur. Hz.MUHAMMEDİN VÜCUDU BEŞERİYETİ KUR’AN ile MÜSAVİ OLDUĞU gibi. Kur’an Hz.MU-HAMMET DEMEKTİR. Batında kalırsa o tenzildedir.
KÜN emriyeti ile batın alemde var olan ruhi vücutların kurguladıkları ziyayı vücut insanlar topluca KÜN ve FEYEKÜN dengesince hepsi birden o cenneti soyut mana aleminde var idi oradan henüz dünyaya sırası gelipte gelmemişler tenzildedir. Peyder pey sırası geldikçe yer küreye geleceklerdir(henüz dünayaya çocuk geldiğine göre). Çünkü inmeye hazır ve tenzildedirler. O halde kur’anı elfaz manayı hakikat batın manada ara bulki bu izafiyetten kurtulasın.”NE ZAMANKİ ZAHİRE ÇIKAR O ZAMAN ONA İTTİBAĞ VACİP OLUR” buyrulmuş. Kur’ani “ikra”sözü ilk emir oku farziyyetidir. İKRA emrini zahire çıkarıp bu çıkardığıma her an ittiba yani tabi olmaklığımdır. Şöyleki Kur’ani ayetler batında idi onların zahire çıkmaları ile ilk emir gibi okumaklığındır. Çünkü onlarda zahirde olmadıkları için zahire çıkışları ilkiy-yetleridir. Hele şu insan denen muazzama hakka halife insanın batından zahire çıkışı kur’an ve dahi konuşan kur’an olunca bu olayın devamı olan yani zahire çıkmış olan insanın dönüşümü olan tekrarın batına dönüş vücudiyet ve şekli yenliğine bilmemki ne dersiniz? Kur’an 7 harf üzerine nazil olduğuna göre bilfiil insan Kur’an’ı üzerinde görecektir. İnsan alemi ervahtan arza gelene kadar 7 yerde mekan tutmuştur. Bu mekânlarıda 7 harf mekan olarak üzerimizde görebiliriz. Bu mevaiki nucumun başka izahıdır. Kur’anda ZE’nin harf değeri 7’dir, nufusu cüziyedir, buda 7 mertebedir. KUR’ANI ile KUR’ANI NATIK olan İNSANIN BİRLİKTELİĞİNİ YAŞADIĞINIZ ZAMAN SİZDE VAHYİN SELİNDEKİ KUR’ANİ YAZI gibi YAZILARA TABİ OLMUŞ OLURSUNUZ ki ayetin hükmü sizinle olsun. Yoksa kur’anı hafızlamak bu anlamı taşımaz asıl olan OLAYLARI ÜZERİMİZDE BULMANIZ ve KONUŞAN KUR’AN OLMANIZLA YAZMANIZ TABİİYETİ BELİRLER.
Kainatta ne varsa insana yönelik ve insan tabi olmaktadır. İşte tabiyeti bu anlam ve gözle seyret ve deki ”Madem her şey bana tabi o zaman ben kimim?” Sorusuna cevap ver. Cevabında şöyle olsun filmi ters oynat bu sefer sana gelenler senden gerisin geri çıkmaktadır. Bir DAĞILIM ENTRAPİSİ ile her şeyin tekraren yerli yerinde olduğunu görürsün. Patlıcanı tarlada, elma dalında…güneş yerinde ve yine sana koşmak sevdası ile bekleyiş içinde görürsün. Kainatta ne varsa insandan kurgulandığını anlar. Allahımızın bizlere bahş ettiği ikramı büyülüğü anlamış ve taabiyeti görmüş olursun. Ve filmin sonu dersinki İNSAN KÂİNATLA ALAKALI değil ALAKADARDIR yani KURGULAYANDIR. TABİLİĞİNİZ NİSPETİNDE İNSANIN KALBİ KUR’ANA MEVKİ olur KUR’AN ORADA YER TUTAR. Biz kur’anı kerimimizin hakikat beyanı olan kendimize bakıp kendimizi tanımamız dünya varlığımızın dünyaya bedel olduğu anlayışı içindeyiz Kur’anın meali böyleymiş diyemeyiz. Onda ledüni manaları arayıp bulmak bizlere düşer.
Kur’an en az 4 ilim ile gelmiştir. Bir harfinin manasına erişmek nerdeyse mümkün değildir. Sağdadi ilimle 1-Zahiri, 2-Batıni, 3-Haddi, 4- Matlağu anlamları ile ancak mana verileceği bizlere olan tembihtir. Kur’an 4 İLİMLE NAZİL OLMUŞTUR. 1-İlmi zahir, 2-İlmi marifet, 3-İlmi hakikat, 4-İlmi tarikat. Tarikatın bir anlamı tarik yol ise bu yol senin ta ilahi alemden dünyaya beden değiştire değiş-tire, yeni yeni alan mekanlar kurgulayarak iskan edildiğin yerlerden kurucu ve yaratıcı vasfınla geç-tiğin yollar meğerse senmişin her şey seninledir. Tarik, tarikat yol ve geçtiğimiz yolların kurucusu insandan ise yolda tarikte esasta benliğimdir. Yol ve Tarık aramadığım ilmi hakikate erenlerin kehefliğidir. İlmi tarikat, aracısız olarak bulduğu hidayet kavramını belirlediğidir. Misal;Yolu toprak olarak düşünsek semavi yolda en azından atmosfer tabakasıdır ve buna atmosfere hava maddesi derizde yolumuz olduğunu fark edemeyiz.Şimdi fasulyeyi biz kurduğumuza göre hava ve toprağıda biz kur-muşuzdur Bu takdirde SEMAVİ YOLARIDA BENLİĞİMİZİN ŞU’UNATI ZATLIĞI ve ŞUUNATI İLMİYESİ ile ŞU’ UNATI HAYAT VERDİĞİMİZ YOLLAR BİZDENLİKTİR. Düşüncede soyut mana maddedir düşünceninde mana vucud vardır düşünce beynin mahsuli olmayıp beyne ta ilahi alemden gelen yine senliğindir. Bu tak-dirde Allahımızın takdirindeki yaratıcı vasıf insandır. Ayetteki sema ve dünya seninle olduğu ile şimdi dünyadasın dünyada ne varsa sana gelmekte ilahinnaslığına tabi olduğu aşikardır
Kur’anı kerimimiz en az 4 İLİM ile GELMİŞTİR 1- İlmi şeriat, 2- ilmi tarikat, 3- ilmi marifet, 4-İlmi hakikat değerleride vardır. Üstün düşünce ve sahifeyi istiğdatları nispetinde insan olarak bu ilimleride tatmak gerekli. Bu ilimler tek başına olmaz. Bir mübelliğin yani irşatcı öğreticinin tebliğine riayetle, kur’ani ilmi hakikate ermeklikte vardır deriz. Esasta sonsuz ilimlere açık olan insan, öğrenip öğretece-ği yerde ilme karşı kânat etmesi doğru değildir her an“yarabbi benim ilmimi arttır”diye dua ve fiğli hareketlerde bulunması yine kurani hükümdür. Yine”Mağnadan her ne tarik ile olursa olsun biz onu okudukmu izhar ettikmi o Kur’ana ittibağ etmeklik farzdır. İster subhiyet ile ister kuddisiyet ile herhangi tarik ile gelirse gelsin. Zira biz anı anın kalbinden izhar ettik zahire meydana getirdik. “BATINDAN ZAHİRE GELEN ŞEYE KUR’AN denir” buyrulmuş. KENDİNE BAK NEREDEN GELDİN ve ZAHİRE ÇIKTIN. ALLAH RESULİ ADEMİ BİRLİĞİNDEN GELDİN, ORAYA GİDECEKSİN. Düşün MESAFE OLARAK BOYUTİ DEĞİŞKENLİKLERİNİ, NEREDEN GELİP ZAHİRE ÇIKTIN. Kavrayamazsın..ohalde sen Allahın fiğli kelamısın Allahın lisanı senin vücudu görünüşündür. Hz.Muhammedin en büyük mucizesi ilmi kur’andır. Bu ilmi ÜZERİNDE BULAN EN BÜYÜK MUCİZESİ KENDİ VÜCUDU ve İKTİSABİ HALİ YAŞAYAN ZATLARA AİT OLUR. DÜNYA VÜCUDU NÜBÜVVETİNLE İLMİHALİN”minledünhü”VASFIMLA MUCİZEYİ İCADI kazancın olan AHİRET VÜCUDUNU YAPMAN İLAHİ VASIF MUCİZENDİR. ÖRTÜLÜ MÜDDESRİ”KONUŞAN KUR’AN VASFINLA”ne varsa KAİNATTA KENDİ MUCİZATINLA KURDUĞUN DÜNYA ve UKBAYI dış anlamlar BİR KİŞİNİN KALBİNDEN GEÇENİ BİLDİNMİ MUCİZEDİR” buyurdular. Kalbimden geçeni bildiler”diye avunursun kendinden habersizliğinle. Minledünhü ilmi bu ilim cenabı hakkın bildiği ilim olup bu ilme yaklaşanların üzerinde bulduğu ilmi Allahımızın yazmış olduğu bir kitap yoktur. Kur’anı kerim resuli kavilleşmedir başımızın tacıdır. Allahımıızn eline kalemi almış sayfalara yazmış kitabı yoktur.
KUR’ANI MECİD: Kur’anı üzerinde bularak, kur’andan sesleniş“Vallahu min veraihime muhit bel hüve kur’anın mecidinfiy levhi mahfuz”. İnsan kainatı içine almış kainata muhid olmuş sonsuzluğa muhit olarak öyle bir hüviyet ki Allaha canlı hüviyet oluşu ve kur’anın mecidin fi levhi mahfuz oluşu. Kur’anın levhi mehfuzu insandır. Burada levhi mahfuzki levh bir sahife ise bu sahifede saklı olan mahfuz olan saklanan kimdir? Diye düşünürken insan bir kur’andır, insan bir suhuftur(sahife). İnsan kur’ anı natıktır, konuşan kur’andır. Kur’anın levhi mahfuzu insandır. Burada“mecid”kelimesi için buyrukta “Anın semasında kur’anı mecidden ibaret bulunan şemse tevdi olunur”mecidi izahı gerektiriyor. Ayrıca sema’i dünyadaki“vechi arz demektirki vessemai rızkaküm ayeti celilki buna işarettir” buyrulur. Bu semamızki bütüni rızıklarımız semadan olduğudur. “Buda zaman ve mekân itibarıyle zatil buruçtur” buyrulur. Zata mahsus burci değerlerdir. Daha önce yazdığımız“resulün dördüncü kat semasında bulunduğum boyut vücudumla”. Anlıyoruzki kur’ani mecid kelimesini izaha getireceğiz. Kur’anın levhi mahfuzu insan olduğuna göre bu gizemin“bel hüve kur’anın mecidin fiylevhi mahfuz”ayetindeki mecid şu anlamladır. “Cenabı hakkı bilmek için, levhi mahfuz olan insanı kamilin istiğdadında fikrinde tekar-rür eden şey Kur’anı meciddir. Elbette alem onun levhinde mahfuzdur”buyrulur. Bu gizemli mecğule izahları anlamak kendinden sonra bu ilimle şereflenmiş teshiki hazarat kişilerin bilebileceği hususlardır. Bütüni gaye nedir bu insan? Derken kendini bilen hakkı bilir düşüncesi ile cemali hakkı bilmek için çareki kendimizin levhi mahfuzluğumladır. “insanı kâmilin istiğdadında ve fikrinde belirlenen şey ki Kur’anı mecidliğidir”. MECİD; ŞEREFLİ GAİB GİZLENEN BİR ZATTIR. KUR’ANI KERİM ancak bu ZATLARLA HAKİKAT İLMİNİ BELİRLER MECİ ise GELEN GELİŞ anlamını taşır. TESHİKİ HAZERAT ZATLAR İLAHİ ALEMDEN TAH-SİSLİ olarak GELEN KİŞİLERDİR. BU ZATLARA GELEN ise KİMSENİN BİLMEDİĞİ AHKAMI KUR’ANI KENDİ ÜZERLERİNDE TAŞIMALARI ile GELENLERDİR. Onun için İLAHİ ALEMDEN GELİRKEN SEMAVİ SİSTEMDE GÜNEŞİ KENDİLERİNE DÜŞENLE KURDUKLARI ve GÜNEŞDE ZİYAYI VÜCUD OLARAK BULUNUŞLARI ile DÜNYAYA AİT olanı HER OLAYA KURGULADIKLARIDIR. BU ZATLARIN İLAHİ ALEME DÖNÜŞLERİNDE yine SEMAVİ SİSTEM 4. KATTAKİ MUHAMMEDİ GÜNEŞE TEVDİ EDİLİŞLERİ KENDİLERİ İLEDİR. ZAHİRİ GÜNEŞE GELDİK, BATINİ GÜNEŞE DÖNECEĞİZ demektir. İşte bu BATINİ GÜNEŞE DÖNDÜĞÜMÜZDE, BAŞKA BİR BEDENDE OLMAMIZ GEREĞİ VARDIR. Bu Muhammedi zata
mahsus güneşde vücudu muktesebemizi kurduğumuzdur.
Derleyen; Sevim Bayer(Hüsameddin H.zlerinden alıntı bir konu)

ARZDA NEBAT ve NEŞİR OLAYI

ARZDA NEBAT-NEŞİR:
İnsanda 7 nefis var derler nedense! Buyrulan”hakayıkı beşeriyenin neşir halinde cemiğ aleme nuzuli”idi. Burada beşeri vücudun neşri mevzu idi. Nuh 16-17. ”vallahu enbete küm minelardı nebaten sümme yüeydikum fiyha ve yuhricüküm ihraca”. Buyrulur”Cenabı Hak arzdan size nebatı çıkarır. ARZDAN İHRAÇ YOLU ile ÇIKAN ve bu VASITA ile VÜCUDA GELEN EŞYAYA “nebat” ismi VERİLİR. Nebat ismi cemidir arza sizi iade eder otlar yine biter. Sizin vücudunuzu gıda(tağdi)yolu ile yine o otlardan huruç etmiş olur. Huruç; Çıkma dışarı çıkma anlamı ile nebat ile sizi arzdan ihraç eder. Bütün alemlere neşir edilmiştik ya”demekliktir. “Nebat ise sizi yani neşir ile eczayı münteşirenizi sedne ve bedne halindeki ışın beden hal eczayı münteşiridir ihraç eder”buyrulur.
Anlamış oldukki, fizik bedenimizin kurgusu ile kurguladığı değerler yine kimsenin bilmediği doğa ile insan arasında kurgu olayı izahtadır. Şöyleki insan ilahi alemden dünyaya gelirken doğa ile olan sevişmesi ARZI DOĞAYI KENDİNE MEKAN ve bu MEKANDAN ÇIKMANIN icabı, GÜNEŞTEN IŞIN BEDEN ZİYAYI VÜCUD ENERJİ BEDENİN ECZALARI ATOMİK DEĞERLERİ, ECZALARI NEŞİR HALİNDE ARZA IŞIN BEDEN OLARAK GİRİYOR. İşte bu ZİYAYI BEDEN ARZA NEŞİR OLDUMU NEBATI ÇIKARIYOR. MELEKATIN KURGUSU bu günün İLMİNDE”FOTO SENTEZ”dir. Yani FATON IŞIN ise bu IŞININ İMALİ OTU MEYDANA, KLOROFİL DENGESİ ile ZUHURA GETİRİYOR derler. BİLEMEDİKLERİ ise KENDİLERİDİR. GÜNEŞTEN ÇIKAN IŞINLAR İNSANIN ECZAYI BEDENİ olan ŞU’UNATI ZATI BENLİĞİDİR. KURGU IŞIN BEDEN İNSANLADIR. Yani ARZDAN İHRAÇ YOLU ile ARZI BİR NEVİ TERK EDEN, ARZDA SATHA ÇIKAN EŞYAYA”nebat” İSMİ VERİLMİŞ oluyor. Bilmiyor ki NEBAT SENDENLİKTİR SANA GELDİMİ FİZİK BEDEN OLUR.
O halde arzdan çıkan fiziğin belirsizliğinde O BOYUTTA NEBAT GİBİ HALİ yine İNSANDIR. İNSANIN ÖLÜMÜ ile TEKRAREN ARZA GİRİŞİ, BİR NEVİ BU BEDENİN ARZA İADESİ gibi HALİ ile OTLAR yine ÇIKAR. FİZİK BEDEN DÖNÜŞÜME UĞRAR. BUu bedenin ENKAZ HALİNE GELİŞLİ ile UNSURLAR OTU yine ZUHUR ETTİRİR. OTLAR yine SENDENLİKTİR. ARZA TOPRAĞA BİR HAKİKAT BAKIŞI ile BAKSAN CESETLERDEN KURULMUŞTUR. Ceset dendimi ölmüş varlıklar demektir. Hayvanat, nebatat ve insan öldümü ceset olur. Arzdaki hayvanat ve otlar öldümü cesede dönüşür toprak olur. Mikro varlıkları bir düşün hepsi organiktir ölümlüdür ceset haline geldiği halde toprak gibi görünüm alır. Bir avuç toprağı eline alsan sonsuz sayıda cesetleri taşır. Toprak görünümü verir halbuki ecsadır, cesettir kurgu böyledir. Kemik bile sonunda toprak olur. Sizin vucudunuz gıda yolu ile otlardan huruç etmiş olur. Yediğimiz içtiğimiz yine fizik bedeni teşkil etmişlerdir. Nebat ile sizi arzdan çıkarmış oluruz gizemi her şey insanladır insandır. İnsandaki ot ise o boyutta kalmış insan demektir.
DOĞAYA IŞIN BEDEN olarak NEŞİR olmamız ECZAYI MÜNTEŞİREMİZ yani ZİYAYI BEDENİMİZ ARZA geldimi ARZDAKİ BENLİĞİ olan EŞYAYI KURMASI ile YOLUNA DEVAMLA. Bu EŞYADAN CİSMANİ BEDENİNİ KURMASI ile DÜNYA HAYATINI ÖMRÜ NİSPETİNDE yani KURDUĞU VÜCUDUNUN TAHAMMÜLÜ BİTTİMİ bu beden ÖLÜR. TOPRAĞA İADE EDİLİR. BU BEDENDE İADE OLMAYAN TARAFIMIZDA VARDIR. ESRARI GİZEMİ içinde derler ki ”TOPRAKTAN HASIL, TOPRAĞA VASIL olan CİSMANİ UNSURİ BEDENDİR. Bu beden TOPRAKTAN HASIL OLMAMIŞTIR TOPRAĞA NEŞİR EDİLMİŞ TOPRAĞI MEKAN OLARAK KURGULAMIŞTIR. İşte bu NEŞRİYAT ki ŞU’UNATI ZAT IŞIN BEDENİ ZİYAYI KEYFİYETİ, bu UNSURİ BEDEN içinde, GİZEMLİ MECĞULE içinde SAKLI BULUNUŞU ile ÖLMEDEN EVVEL BUGÜNKÜ İLMİN ve KİMSENİN BİLMEDİĞİ GÖRÜNMEZ BİR İLAHİ ALEME GİDECEK VÜCUDU MUKTESEBE-SİNİDE NEŞİR HALİNDE KURDUĞUDUR. Bu İKTİSABİ VÜCUDU ile ÖLÜMDEN SONRA YOLUNA DEVAMLA GÜNEŞE KADAR KENDİNİ IŞINLAR GÜNEŞTE IŞIN BEDEN OLARAK BULUNUR. GÜNEŞTE TEKRAR BİR BEDEN YAPAR ki buna kur’ani ayet bildirisİ MESAK VUCUDUDUR. İşte bu VUCUTLA İLAHİ ALEME GİDER HAKKA KAVUŞUR. Bu alemleri cismen tavaf eden benliğimizi bilen yoktur.
Şaşılacak bir olayki kur’anı Nuh suresi ayatı böyle izaha gelmiştir. Güya alim geçinen insanlar kur’ ani bu mecuğle gizemi bilemediklerinden kur’an din kitabıdır derler ve Hazreti resuli ümmü(cahil) okuması yazması yok nihayet akıllı bir insan olarak kendilerince düşünürler bilmezlerki kendileri echeldir, cahilinde cahilidir. Çünkü kendi vücudi yapılarının nedeni bilemezler. Biz yukarıki kur’ani ayet ile anlamış vede bilmiş oluyoruz ki BÜTÜNİ ALEMLERİ CİSMEN DOLAŞIP HER ALAN MEKANA GÖRE BİR VÜCUT KAZANARAK BENLİĞİMİZİ, “BİRDE BİR ”olan BENLİĞİMİZİ öğrenmekle üstün anlam vücuden bizim oldu. Şöyleki Bir zaman sperm boyut insandın, anneye geldin. Orada cismani vücudunu karanlıklar biçinde teşekkül ettirdin. Bundan haberin oldu mu? Olmadı ama o mekanda kendin vücudunu kurdun. Hakkın izni vucudu olarak. İşte ilmi kur’an budur. Daha yüksek bir anlamki kur ’anı natık insandır oku kendiniki kur’anı çözmüş olasın. Yani konuşmayan samit kur ’anı sağdadi ilimle anlaki kendini anlamış olasın. Bu yazdıklarımla insan ne imiş arz ne imiş? Bilmiş oldun mu arzı, tabiat doğa der geçersiniz.
Derleyen ; S.Bayer
ALıntı; Seyyid Ahmed Hüsameddin Şan Hz.leri

18 Ocak 2009 Pazar

DERVİŞ’E!

Dervişlik;Hak aşığı dervişler ve velilerle ülfet kuranların yolu,ucu Allah’a varan,gidilecek tek yoldur. Allah yolunda servet bağışlamak ancak serveti olan cömert kişilerin yapacağı iştir. Dervişin ve aşığın böyle bir serveti olmayabilir fakat vereceği daha büyük bir hazinesi vardır. Nefsini feda edip canını Allah’a vermek.Dervişin işi senin idrakinin üzerindedir,ahvaline hor bakma.Zira dervişler mal ve mülkün üstünde Zülcelal olan Allah’ dan rızk bulurlar.Dervişin gönlü mal ve mülkün ötesindedir,gönlüne dünya malı adiyle ne versen hoşlanmaz onunla zen-gin olmaz Fakat gönlü Allah’la dolu derviş varlığı ile her yeri zengin eder.Dervişlik buyruk dinlemek demektir.Dervişlik, aşırı dünya zevk ve ihtiraslarından perhiz yoludur. Fakat ucu Allah’a varan tek yolda budur.Derviş olan içine atıldığı aşk ateşinde Tanrı iksiri ile serinleme-nin sırrına erer.Kendisi bir gül bahçesi ortasında yeşil ağaç yaprakları altında Tanrı nurunu içerken geriye dönüp bakınca dünya ihtirasları ve nefis düşkünlükleri içinde bıraktıklarını ateşte uyanırken görür.Onları,dünya ateşinden kaçıp aşk ateşinin gül bahçelerine çağırmaları ise,dervişin ruhunda iyilik ve şefkat sıfatlarının iri güller açmasındadır.Gönlünde dervişlik havası bulunan kimse dünya suyunun içinde batmadan yüzer.Gerçi cihan bütünüyle onun mülkü ise de onun gönül gözünde bir hiçten ibarettir.Allah aşkı ile dolu olursa yelken açmış gemiler gibi ummana akar,eğer gönlünde o cevheri bulamaz nefsini mağlup edip ruhunu maddenin ihtiras ve dünya zincirlerinden kurtaramazsa civarında istese yüz bin derviş bulun-sun ne çıkar?
Bizim için düşman yoktur.Her yerde,her şeyde Hakkı gördüğümüz için kimseyi tahkir etmeyiz.Mademki dervişsin herhangi bir kimseden sana gelecek veya gelmiş bir kötülük için “Bu bana Allah’ dandır”demelisin.Mesela“Şu kişi sana şunu yaptı”deseler,alakan olmayan bir şey ile suçlandığını görünce“herhalde bir başka hatam yüzünden Cenabı Hak beni bu suretle ikaz ediyor.Mürşidim beni uyanıklığa davet ediyor”desin.Bu iftirayı bir terbiye olarak kabul ederek gidip söyleyenin elini öpsün.Bu kabil olmazsa kalben hoş görüp o kimsenin daima iyiliğini istesin.Hak kulunu kullar vasıtası ile terbiye eder onun için bir derviş ondan bundan bilmez Allah’ dan bilir.Madem ki “La faile illallah”yapan Allah vasıtayı görmemen gerek. Zannı bırak.İlahi hakikat zanla bilinmez.Bir derviş nefsine ağır gelen bir şey için karşısında-kine ağır muamelede bulunamaz.Vahdet gözü ile etrafını seyreden kimse için her bir eşyada hakkın bir çeşit tecellisi vardır.Derviş bu hakikat noktasında keyfiyeti görürse kimseye kötü-lük edemez,vefasızlıkta bulunmaz,hakaret nazarı ile bakamaz.
Derviş ne geçmişi düşünür ne geleceği bu seni Allah’tan ayıran perdedir.Haline bak Halik’ ine şükür eyle.Durmadan geçmiş günlerin hatalarını düşünür hataların yükü altında ezildiğini hissederse henüz vücuttan kurtulamamış demektir.Yada geleceğin maddi manevi hesaplarını düşünmek Allah’a götüren yolda vakit kaybetmektir.Ağlayış feryat ayıklık alametidir. Sana ilk olarak ona doğru seyru suluk’un nasıl olacağını anlatacağım,sonra Ona kavuşmanın,Onun huzurunda oturmanın,Onun muşahedesinin halısı üzerinde oturmanın ve o sırada Onun sana söyleyeceği şeylerin keyfiyetini sana beyan edeceğim,daha sonra Onun yanında Onun fiille-rini,huzurunda Onunla ve Ona doğru dönüşüm keyfiyetini ayrıca Onda yok olmak istemenin nasıl olacağını anlatacağım.İlim koku ve renk dünyasının tefsiridir,göz ve gönül onunla besle-nir.Onun başlangıcı hem arkadaşlık hem de yoldur.Onun sonu arkadaş bulunmadan yolda yürümektir.Aşkın başlangıcı yol gösteren dostlara muhtaçtır,onun sonunda insan tamamen yalnız kalıyor.Sohbet arkadaşlarından ayrı kalan kişi söz söylemek kabiliyetinde olsa bile o dilsizdir!
Arifin her sözünü duymaya insan gerek! Katre nice anlasın umman olan anlar bizi!



*Ey Derviş! Ne vakte kadar kamış gibi boğum,boğum olacaksın boğumların tıkalı bulun-dukça ney sırlara ortak değildir.Ney dosttan ayrılan kişinin arkadaşı haldaşıdır.Onun perdeleri perdelerimizi yırttı.Sırlara irfan,sezgi ve duyuşla,kendinde yaratıcıyı buluşla varacaksın
*Ey Derviş! Mümkün olduğunca susmayı yeğle yada senden söylemesi zaruri olan şeyleri söyle ve bunu özlüce söyle.Sukut ikidir.Biri dilin,diğeri kalbin.Dilin;Melaniyeden yani hayır-sız şeylerden sukut.Kalbin;Dünya endişe ve takıntılarını bırakmak.Hem dil hem kalbin sukutu olursa o kulun sırrı kendini gösterir.Kim bir şey biliyorsa söylesin,kim bilmiyorsa Allah en iyi bilendir desin.Zira kişinin bilmediği şey hakkında Allah en iyi bilendir demesi de bir ilimdir
*Ey Derviş! Tanrıyı bilenin dili körleşir.Onu Ondan başkası ile meşgul olmayan tanır. Gamsız ve asude olur.
*Ey derviş! Bilmenin ala derecesi nedir?Bilmemek.Bilmem diyen öğrenir.Bilirim diyene ne söylenir?Tevhidin hakikati sukuttur.Tevhid ilmini öğrenmek bir olanın huzurunda kendini yakıp yok etmektir.Bu yok oluş ve kayboluşu da kaybet,bundan da geç işte tefrik de budur.Lal taşı renk ve parlaklığını kazanmak için güneşin terbiyesinde nice yıllar geçirdi.
*Ey Derviş!İnsan ne kadar bilgili olursa ruh o insanda o derece yayılır,kendini gösterirse ruhun kemali o derece çok meydana çıkar.Buda insanın kabiliyetine bağlıdır.Tenzih yapabil-mek için her şeye zat gözü ile bakmalı.Zat gözü bilgi gözüdür,her mekan ve mertebede o varlık gözü ile görebilme ve o varlık gözü ile aleme bakması gerek yoksa hakikati bulamaz. Tam tenzih yapabilmek için hiçbir şeyi görmemek,düşünmemek ve insanda yok olmak gerekir.(kör olmak)
*Ey Derviş! Salih insanların özelliklerinden biri ihtiyaç olmadıkça konuşmamaları.Kamil insan odur ki hevasına göre söz söylemez.Hiçbir mutluluktan mesrur olmaz hiçbir üzüntüde kederlenmez bütün bunlara rağmen nefsini muhasebe etmekten gafil kalmaz.
*Ey derviş!Allah’ı müşahede etmek üzere amel etmeyenler her meydanda yürür ve her lisan konuşur.Fakat Allah’ı müşahede etmek üzere amel edenlerin dilleri tutulup söylemez olur.Her an Cenabı Haktan haya ederler ve ariftirler.Allah’ın kendilerini gördüğünü bilerek amel edenler muhlistirler.Zat da ancak bir aynada müşahede edilebilir.Hak da Halkta aynı şey olduğuna göre arada fark bir bakıştır.
*Ey derviş! Herkes bir ismin mazharı olup onun tasarrufu ve boyundurluğu altındadır.Her nereye dönerseniz orada onun bir yüzü vardır.Her mertebede bir yüz vardır.Bir yüze inanma-yıp diğer yüzleri yalanlamakla Hak örtülmüş küfre nispet edilmiş olur.Gerçeğe varmak için örtüleri kaldırmak gerek örtüleri yıkacak olan bilgidir.Bilgi ölümsüzdür.
*Ey derviş! İlim hayal toplamak demektir.Muhakemeler beyninizde saklanmış hayaller üzerinde kurulurlar,hayal olmazsa muhakeme olmaz.İnsan ne kadar hayal toplar ve tahayyül-de bulunursa muhakemesi de o derece derin ve isabetli olur.
*Ey Derviş!Tecelli ilmin fazlalığı kalbin saflığı derecelerindedir.İlim fazlalaştıkça tecelli fazlalaşır ve bunla birbirine etki yaparak en sonunda zat deryasında karar kılınır zat olunur. Bilgi bedene de etki yapar.Edindikleri bilgi hem dünya hem,hem ahireti bahş etmiştir.Hiçbir bakışa kayıtlı kalamaz.
*Ey Derviş!Melekler gibi “bizim bilgimiz yok”de,”ancak senin bildirdiğin bilgiyi biliriz” sırrı elini tutsun. Sıkıntıdan kurtuluşa gizli bir yol vardır,bu yol zahiri bilgiyi tanımaz.O alem-den olan Tanrı bilgisi gerek ki İnsanı Tanrıya ulaştırsın.Alimin kalkanı “bilmiyorum”sözüdür. “biz bilemeyiz kimseye bir şey diyemeyiz”Bilmiyorum,bilemiyorum,bilemeyiz.
*Ey Derviş! İnsanlar dört kısımdır.1-Bilen ve bildiğini de bilen insandır ki,Alim budur buna tabi olunuz.2-Bilen ve fakat bildiğinin farkında olmayan kimse ki,uykudadır uyandırınız. 3-Bilmeyen fakat bilmediğini bilen doğruya ulaşmayı ister buda onu Hakka ulaştırır.4-Bilme-yen fakat o bilmediğini de bilmeyen kimsedir,şeytandır ondan kaçın.


*Ey Derviş!Sen kendi etrafında durdukça nasıl tavafda olursun.Hem Allah’ın evine gitmek hem de kendi etrafında olmak nasıl olur?Sen hala varlığınla tövbe ediyor kendinden geçmiyor terk etmiyorsun.Ey geçen hallerinden tövbe etmek isteyen derviş!Bu tövbe etmekten ne vakit tövbe edeceksin söyle!
*Ey Derviş! Tanrı ile oturmak isteyen ehli tasavvuf ile oturur.Bir kimsenin kendisi ile meşgul olması kendisinde bir hazine bulduğuna delildir.Başkaları ile uğraşması da o kimsenin manen iflas etmiş işsiz güçsüz kaldığına delildir
*Ey Derviş!Müminin alameti aklıdır.Aklı ne kadarsa ibadeti o kadardır.İnsanın huyunun güzelliği de aklının derecesindedir.Aklı tam oldumu imanı da tam olur Rabbine itaat eder.
*Ey Derviş!İnsanlarda gördüğün birçok zulümler senin huyundur.Sen kendi huyunu onlarda görüyorsun.Senin varlığın nifakın zulmün gafletin onlara aksetmiştir.Ey başkasının başkasının yüzünde kötü bir ben arayan,gördüğün kendi beninin aksidir.Ondan nefret etme
*Ey Derviş! Tasavvuf baştan başa edeptir.Her vakitte her halde her yerde edep!Baktığı her yerde ve gördüğü her şeyde ilahi hikmeti ilahi güzelliği gören insandır.Tasavvuf sıkıntı zama-nı gönülde neşe,ferah bulmaktır.Cenabı Hak’la oturmak isteyenler ehli tasavvufla otursun. Tasavvuf bir zevktir ki kendisinde nefsani alametler erir insani malumatlar çürür. Tasavvuf davayı terk ve manayı saklamaktır.Ehlullah indinde tasavvuf güzel huydur.Huyu güzel olanın tasavvufu da güzel olur Tanrının huylarını huy edininiz!Benim huyumu alan banim gibi olur.
*Ey Derviş! Gözü aç gör ki bütün Kelamullah ayet, ayet Kuran’ın hepsi edeptir.İnsanların göz ve kalp nurları edep,insanın tenindeki can edep.Ademoğlu ile cismiyle hayvan arasındaki fark edeptir.
Ey Derviş!Akarsu gibi olmak fakirin alametidir.Akarsu çer çöp tutmaz. Fakir yani dervi-şin kalbinde gıll u gış dedikodu,çer çöp bulunmaz Sonra akarsu etrafını,sular,doyurur,yeşertir.
Dünyada en büyük saadet,Alış verişin Hakla olursa dünyanın dedi sinden,kodu sun dan kur-tulursun.En büyük rahatlık,Dervişliktir.En büyük nimet kamil insana erişmek.Allah’ın halve-gahından başka saadet yoktur.
*Ey Derviş! Erkek o kimsedir ki ticaret alışveriş Allah’ın zikrinden alıkoymaz,zahiren ve batınen yani içini dışını temizlemeyi seven kişidir,her nefes nefsini muhasebe etmeyeni biz ricalden saymayız.
*Ey Derviş! Kime sevda derdinin zerre kadar ışığı vursa,erse ondan bir kadın doğar.Kadın sa ondan bir er vücuda gelir.İkisinden de geçtin mi er olursun kadın bile olsan er sayılırsın. Fakat ne lazımsa tamamlanmadıkça bu iş kimseye açılmaz.
*Ey Derviş!Senin vücudun zamanın Meryem’idir.Nefis kadın,akıl erkektir ve sana doğru olan akıldan hasıl olmuş bulunan iman ve marifet de senin İsa’ndır.Meryem gibi olan nefsin-den İsa doğar.
*Ey derviş!Lokma sende cevher oluyorsa istediğin kadar ye!Fakat bu lokma sende fena-lıklar doğuruyorsa boğazına kilit as.
*Ey Derviş!Kemal sahibi her zaman Hu lafzını dile getirse kendisi Hu olur.Hu dediği zaman artık kendisi bulunmaz kendi vücudundan eser kalmaz.
*Ey derviş!Elinde olmayan bir şeyi arzu edersen bedbaht olman alınyazındır.Elinde olan şeyler hususunda ise henüz bunların hangilerinin arzu edilene layık olduğunu bilmen maka-mında değilsen,bu makam için uzaklaşman gereken şeylerden uzaklaş araman gerekeni ara.
*Ey Derviş!Bir adamın terakki ettiğini gösteren alametler şunlardır;Kimseyi yermez,kimseyi övmez,şikayet ve itham etmez,bilgelik taslamaz,kendinden asla bahsetmez,elde etmede güçlükle karşılaşırsa yalnızca kendini mesul sayar.Medh edilirse o meddahla gizlice alay eder, kendini suçlarlarsa haklı çıkmaya çalışmaz,nekahetteki hastalar gibi iyice sıhhatine kavuşmadan iyileşmesi gecikmesin diye kendini yoklar, bütün arızalarını kökünden söküp atmıştır. Hiçbir şeye ve ferde karşı taşkın harekette bulunmaz,kendini karşı sürekli tuzak kuran adama karşı tetikte olduğu gibi,kendine her an tetiktedir.

*Ey Derviş!Eğer bir kimse seni yererse reddetmeye kalkma hakkında böyle söyleyen kişi şüphesiz diğer kusurlarından bihaber zira haberdar olsaydı bunları söylemekle yetinmezdin de.Başkaları ile meşgul olan kimsenin nasibi tefrikadır.Cem farklılıkların toplanması,Tefrika bütünün parçalanmasıdır.
*Ey Derviş!Cahil hayır ve şerri başkalarından bilir.Bilge her türlü iyilik ve kötülüğü ken-dinden bilir.Cahiller meclisinde derin meseleler konuşulmaya başlanırsa sukutu muhafaza et. Zira hazım edilmeyen bir şeyi iade etmede büyük tehlike vardır.
*Ey Derviş!Gerçek Derviş.Yoklukta başkasının varlıkta mutlu olduğu gibi mutlu, varlıkta ise başkasının yoklukta mutsuz olduğu gibi mutsuz.Ne başkasını sevmeye yönetecek nede başkasının sevmesine gerekçe ve de başkasının kendisinin sevmesine izin verecek derecede sevgili ile meşgul olan kişidir.
*Ey Derviş!Başkasıyla olursan başka olursun.Dostla olursan dost olursun.Eğer sen halkın sohbetini elde etmişsen benim sohbetim senin ne işine yarayacak.Şayet onun sohbetini bula-madıysan benim sohbetim sana ne fayda verecek.
*Ey Derviş!Bir kimsenin en güzel vakti bütün zamanını dostla geçirdiği andır.Sevgi kade-hinden bir yudum içen kişi sevdiğinden başkasına iltifat edemez.Gönülde Allah sevgisi arttı mı şüphe yok ki Allah seni seviyor.Allah da bir kulu severse kendisi ile meşgul eder.
*Ey Derviş!Allah’ı sevdiğini söylüyorsun fakat ona karşı gelmeye devam ediyorsun.Senin sevgin gerçek olsaydı ona itaat ederdin çünkü seven sevdiğine itaat eder.Senin sevgiye layık oluşun da görmek için senin aradaki perdeleri kaldırmandır.O seni,senin Onu seyrettiğin bakışla seyreder.Bir şeyi yalnızca onu sevdiğin derecede anlayabilirsin.
*Ey Derviş!Derviş neye benzer toprağa,mütevazi insan kime derler kendini insanların emanet edildiği toprakla aynı sayana.
*Ey Derviş!Battal ve Allah’a kulluk etmekten yana tembel olan kimselerle oturmayınız, uymayınız.Onlara uymak sizi içinden çıkılmaz felaketlere sürükler.Eline geçmeyecek şeyi aramak en büyük beladır. İbadeti eksik eden geçim sıkıntısı çeker.Evinden eziyetler çeker, kazancı azalır.Çocukları isyan eder.Hanımından nefret duygusu görür.Hangi tarafa yönelse ayağı tökezler.Bunların hepsi az kulluk etmenin sonucudur.İbadetini bir yana atıp dünya işleri ile uğraşmanın neticesidir. senin için yeterli olan sen sıkıntı çekmeden sana ulaşır.Sıkıntı çekmen aşırıya gitmendendir.
*Ey Derviş!Eğer başına kötü bir şey gelirse,keşke şunu isteseydin şunu yapsaydın deme. Allah böyle takdir buyurdu,dilediğini yapar de.Keşke sözü şeytanı işe karıştırmana kapı açar.
*Ey Derviş!Şüphe kötü bir şeyi hissedip onunla gönlün daralmasıdır.Gönül daraldığında kalp kararır sıkıntı ve üzüntü duyan olur.Bu halden temizlenmesinin yolu da şüphenin zıddı olan yakındır.Yakine ulaşınca gönül genişler ferahlar kul kalbinin tevhit nuru ile güçlendirdi-ğinde şirkten temizlendiğinde o kimseden sebepler silinir. Halis tevhid yerleşir.Allah Davud As’a vahiy ediyordu“–Ey Davud biliyor musun kullarımı nasıl dost edinirim Onlar kalplerini şirkten batınlarını da şüpheden arındırdıkları zaman” Bir kişi kendinden uzaklaşmadıkça dostun huzuruna varamaz
*Ey Derviş! Meleklerde aşk vardır,dert yoktur.Dert adamdan başkasında bulunmaz.Aşkın bir zerresi bütün alemlerden iyidir,derdin bir zerresi bütün aşıklardan iyidir.Bu yola ayak direyen küfürden de geçer islamdanda.
*Ey Derviş!Yürü gönül levhanı arıt da evine melek girsin,konak edinsin.Sonrada o melek-ten miras bilgini elde et.
*Ey Derviş! Muhakkak Allah sana ağaç altında biat eden inanmış kişilerden razı oldu. On-ların kalplerini iyice bildi ve onlara tam bir inanış huzur indirdi.Tarikata giren salik şeyhin elini tutmakla biat ehlinden olmuştur.Şeyhin eli şeyhten şeyhe gide,gide pire,nihayet Muham-
med SAV’e gider dayanan onun elide hakikatte Tanrı elidir.

*Ey Derviş! Tarikat kendinden sefer edip kendiliksiz, kendine gelmek demektir.Orada
cemal ile müşerref olmak kendi ayan-ı sabitesini,cananın aynasında seyretmek yani kendini silip kayıtsız şartsız ona ulaşmak demektir.Kendini unuttuğun vakit Allah’ı zikret.
*Ey Derviş!Nefsi pirin gölgesinden başka hiçbir şey öldüremez.O nefis öldürenin eteğine sarıl ve eteğini sıkıca tut.Velilerin huzurundan uzaklaşan hakikatte Tanrıdan uzaklaşmış demektir.
*Ey Derviş!Terbiye edici kamil şeyh mürit için ölü yıkayıcı gibidir.Müride yaraşan ölü yı-kayıcının dilediği gibi tasarruf ettiği ölü olmak.Velayet suyu ile cünüplüğünü,manevi kirini yıkar.Mürid Mürşidini sevmez,Onun söz ve işlerine arka çevirmekten de kendini alamaz ve yüz çevirme kesilmeyince Adem olması kabil değildir
*Ey Derviş! Arifler yalnız bilir Kamiller bilgilerini kendi nefislerine de uygularlar ve öyle görünürler bu hali kazandıktan sonra alemden aleme seyir bu gibiler için işten değildir.Kamil insan her şeyi bilir bir gerçekte toplar o yolda zevk eder.Ruh her şeyi kapladığından Kamil insan her şeyde tecelli eder.her insanın iki sureti vardır Kamil insanın birçok.
*Ey Derviş!İlimsiz tarikat murat eden cinayet işlemiş olur.Kim ki telkin edici doğru ve hakiki şeyhe sahip olmazsa şeytan ona telkin edici şeyh olur.
*Ey Derviş! Allah birtakım farzlar koymuştur Sakın onları yitirmeyin!Allah birtakım had-ler koymuştur,sakın onları aşmayın!Birtakım şeyleri haram kılmıştır,sakın onları işlemeyin!
Allah unuttuğundan değil de size merhametinden bazı şeylerde susmuştur onları sormayın!
Sual ve istemek insanı hakiki dilenci yapar,ruhani inkişafa mani olur.Başkalarının minneti altına girmek şahsiyeti zayıflatmak demektir
*Ey derviş!Kalbinde bir kasvet bedeninde bir zayıflık,rızkında darlık görürsen dünya ve ahiretine yaramayan söz etmişsindir.
*Ey Derviş! Huzur Allah’ı her yerde her şeyde hazır ve nazır olduğunu bilmektir. Resulul-lahta fani olmadan Allah’ta fani olunmaz Resulullahta fani olmak içinde şeyhinde fani olmak mertebesini bulmak lazım.
*Ey Derviş! Nefsini bilen beni bilir,beni bilen beni arar,bulur.Beni bulan bütün arzusuna ve daha ziyadesine nail olur ve benden başkasını bana tercih etmez.
*Ey Derviş!Kişi eğer kendi nefsini bilseydi doğru ve noksansız vehim ile hüküm ederdi. Kendinde tecelli zahir olan insan tecelli eden ile birleşip Rab insanı(vücuduna hakim olan) zahir olan hakkı kendi hükmüne çevirip bağlar ve onu tevil eder.Teşbih ilimdir.Teşbih zatın kendi kendini bilmesidir.Farktır, oda insandır.İnsanlığı ile kendini bilir Hak olur.
*Ey Derviş!Her şey sen,sen her şey olunca gerçekten senden başka bir şey yoktur.O zaman ben şuyum ben buyum demek gayrilik gütmek sözde de olsa gayrilik ifade eder.
*Ey Derviş!Her mertebede o mertebenin gereği her hareketi ve sözü söyle fakat bir mertebede bir sözde saplanıp kalma.Derviş helali haramı fark eden adımlarını göre, göre atandır.
*Ey Derviş! Allah,Allah diye çağıranlar Allah’a bir şekil vücut verip veya mevcudiyetini inkar ederler,tam gerçeğe ulaşmış sayılmazlar.gerçeğe erişmek için ruhun içine girmeli ne olduğunu anlamalı.Ruh olmalı,Zat olmalıdır.Her şeyin ondan çıktığını anlar,düşünüş ve hare-ketlerde hakikate uyar.Aksi halde boş sözlerle ömrünü geçirir.
*Ey Derviş! Kendini üç şeyden temiz tut.Bir şeyi azalarınla yaptığında Allah’ın sana baktığını hatırla.Bir şey söylendiğinde Allah’ın seni dinlediğini hatırla! Zihnen bir şeyler yapmadığın halde kalbinden bir şeyler geçirdiğinde Allah’ın onları bildiğini hatırla!
*Ey Derviş!Bizim vücudumuz arizidir.Biz arizilikten çıkarsak biz O oluruz.O biz olur. Ondan gayri bütün şekiller fanidir yoktur.İnsan tabaklanmamış bir deridir,rutubetten nem kapar çirkin bir hale gelir ağır,ağır kokar.Sen ona acı ve keskin ilaçları fazlaca ver de temizlensin,
latif bir hale gelsin dostu görmeyen her parça kuru deriden başka bir şey değildir.
*Ey Derviş!Allah’ın nuru bölünme parçalanma söz konusu olmaksızın insanın ruhunu kaplar. Bilgisizlik bu nuru örter,Allah’ı görüp bilmek için ilim elde etmeli ve emmare nefsi
terbiye edip saflaştırmalı yani Allah’ın onu nurlandırmasına hazır bulundurmalı.Ruh saflaşıp nurlandığı takdirde artık şuur işlemez ruha vecd hakim olur.Bu hal içinde nebilik lisanı gelir ve bu halde olanların ruhsal halleri değişir,bedeni vasıfları değişir.
*Ey Derviş!İnsan gerçek hakkındaki sözlerin gerçek anlamlarını kavramadıkça ve bu gerçek anlama dayanan bir hale sahip olmadıkça kemale gelmiş ve ermiş sayılmaz.
*Ey Derviş! Hakikat yolcusu Hakkın kendine ariyet olarak verdiği elbisenin yani cesedin cüzlükte ve küllükte yok olduğunu bilip ondan sıyrılmadıkça dünya ve ziynetlerinden yüz çevirmedikçe hak ve hakikate ulaşamaz.Ulaşanlara Hakka ait vücut giydirilir bu vücutla farka yol bulurlar.
*Ey Derviş! Hatar fuzul mulahazat şugul! Hatar;İnsanın en merkezlerini boşu boşuna işti-gal eden hatıralar olması boşuna vakit öldürür.Her türlü ayıp,kayıp bütün kabahatler, başıboş sorular,boş arzulardan kaynaklanan hedeften alıkoyan oyunlar,oyalanmalar,vakit öldürmeler-dir.Fuzul;Büyük işlerdir,ameli salihadan alıkoymak önem taşımayan işlerle meşguliyet kişisel bencillik.Mulahazat;Şu şöyledir bu böyledir gibi değersiz meşgaleler.Şugul;Allah’tan uzak gibi olanların sendeliğinin sebeplerinin buluculuğunu Allah’tan iste bu isteğin az olmasın sana kanaat gelene dek iste.
*Ey Derviş!Ya sen “dır”ve “idi”nin ağlarına düştün veya varlık senin ağında esir oldu
*Ey Derviş! Derviş kendi ile uğraşandır.Kendinden hariçtekilerle vaktini hisleri ile meşgul edip yaşamayandır.İnsanları gören olmayınız amellerinizi sildirirsiniz Dervişin en güzel hiz-meti etrafına tebessümle bakmasıdır. Buda yumuşak huylu ve sözlü olmakla olur.
*Ey Derviş!İnsanın kendisi ile uğraşmasının o kadar başka ve garip bir zevki de vardır ki insanı dünya işlerinden hem de en değerli dünya işlerinden çekip alıyor.Seni yakıp yandıran bu ateş nedir?Dünya!Vazgeç şu dünyadan Aslanlar gibi çekin bu ateşten.Bu ateşten geçtin mi güzel bir gönül elde edersin.
*Ey Derviş!Addan ve harften geçmek istersen kendini tamamıyla kendinden arıt.Yok ol!Kendini kendi vasıflarından arıt ki asıl kendi saf ve pak zatını göresin.O vakit kitap üstat olmaksızın peygamber ilimlerini bulur ve görürsün.
*Ey Derviş!Kendini tanıyan tanıdığı miktarı etrafını tanır.Fikirlenmekten ve fikrinin sabit- lenmesinden muhafazacı ol.
*Ey Derviş! Kimin bakışı olgunlaşır ve aleme vahdet ve kemal gözüyle bakarsa alemde bir eksiklik görmez.O kimse alemde kimsenin ayıbına bakmaz hatta ayıp ve noksan diye bir şey görmez.Aşıkların kalpleri için manevi gözler vardır ki bakanların göremediklerini görürler.
Ey Derviş! İnsana kendini görüp beğenen kendi gözünden daha tehlikeli hiçbir kötü göz olamaz.A eğri görüşlü sen bana kendi gözünle bakma benim gözümle bak da biri iki görme. ”Benimle duyar,benimle görür”sırrına ermiş varlığı varlıksız bir hale gelmişse o başka. İsteneni isteyenlerin gözü ile gör.Kulak hakikate nüfus ederse göz kesilir yoksa söz kulakta kalır gönüle tesir etmez..
*Ey Derviş! İnsan gözden ibarettir.Gözde dostu gören göze denir.İnsan dostu görmediyse kör olsun daha iyi.Gözü gönülden bakan kimsenin Haktan başka sözü yoktur.
*Ey Derviş!Her şeyden kesil çünkü sen tamamıyla bizimsin bizim için yaratılmışsın.Sizin yüzünüz bize çevrildiği zaman “yüz”, gözünüz bana baktığı zaman “göz”olacaktır
*Ey Derviş!Ayna gibi başkalarının cemalinden mahv olma gönül ve gözden başkalarının hayalini yıka.
*Ey Derviş!Perdeleri yakan gözde esir kalmayan bakışı bende öğren.İnsan gözdür bakiyesi deri.Bütün vücudunu bakışta erit.Nazara git,nazara!
*Ey Derviş! Düşünme! Zira düşünmek illettir.Eğer düşünmezsen temizlenmiş nefs olursun. Düşünceyi terk etmek Halikına teslimdir.
*Ey Derviş!İstikametin talibi ol kerametin talibi olma!Kerametin en büyüğü nefsin kötü huylarını iyi huylarla değiştirmektir.
*Ey Derviş!Allah’ın adı geçmeyen bir konuşma boştur.Tefekkürü olmayan bakış gaflet. Allah’ a kulluk için olmayan hareket kayıptır.Allah konuşması zikir susması fikir,nazarı ibret hareketi ibadet olan kimseye rahmet etsin.Tefekkür kalbin cilasıdır.Tefekkür giderse kalpte ziya kalmaz.Zikir ise fikirden efdaldir. Zikrin hakikati zikredilenin kalpte huzurudur
*Ey Derviş!Allah’ın ne perdesi nede yüzünde nikabı vardır.Yalnız senin bilgisizliğin bu hususta sana perde olduğundan dolayı gözlerin görmez olmuştur.Anladım ki noksanlık kendi
gözlerimdeki körlük yüzündendir.
*Ey Derviş! Aşk yolunun afeti benlik ve bizliktendir.Benlik ve bizlik nedir?Hakkın aynı olmayan Ben ve Biz’dir. Buda hatanın ta kendisidir.
*Ey Derviş! Kendi varlığını bulda ikilikten geç. Evi yık! Nihayet bu ev zaten viran olacak altındaki hazinede apaçık meydana çıkacak.Fakat o vakit hazine senin olmaz.Çünkü o ele geçen ganimet ruhun evi yıkma ücretidir.
*Ey Derviş!Allah ile insan arasındaki ikilikten kurtulmak için şahsiyeti bertaraf edip tamamıyla fena fillah yolundan gitmek lazımdır.
*Ey Derviş!Derviş neye benzer toprağa,mütevazi insan kime derler kendini insanların emanet edildiği toprakla aynı sayana.
*Ey Derviş! Dikkat etsen uyanık olsan yaptığın işin cevabını görürsün.Hakkı tanıyan gö-ren iki göze de sahip olursan iki alemi de dostla dolu görürsün.Topraktan yaratılan bedenin kabadır,ama cila kabul eder onu cilala!Bizim işimiz kalbe cila vermek ve onu tahliye etmektir.
*Ey Derviş!Bizim müşterimiz Allah’tır,cennet karşılığında iman edenlerin canlarını malla-rını satın alır.Seni arayan müşteriyi ara Her müşteriye el atma! Mümin sevdi mi Allah’ı sever.
*Ey Derviş!Bedendeki canlar havuzlardaki sulara dünya ile ilgili bulunan meşgaleler ves-veseler ve işler de suya karışan laf ve suyu bulandıran topraklara benzerler.İnsan bu bulanık-lık yüzünden içine bakınca bir şey göremez.
*Ey Derviş! Kendini görmek öldürücü bir zehirdir.Sözün çoğu benlik ve bizlik davasıdır. Az söyleyen adamda derin bir düşünce vardır.
*Ey Derviş!İnanan kişinin anlayışından sakın çünkü o Tanrı gözüyle bakar.Sen temizlen-din mi perde yırtılır pak kişilerin canları sana görünmeye başlar. Bizim işimiz kalbe cila vermek ve onu tahliye etmektir.
*Ey Derviş!Aşk miraçtır.Çocuğun doğması karnın parçalanmasından.Erenlerin doğması alemin çatlamasındandır.Bu iki doğum için ezan bir delildir,onu dudaklarda söylüyorlar,bunu aynı candan söylüyorlar. İnsan eğer yeniden doğmazsa göklerin melekütüne giremez.
*Ey Derviş!İnsanın tabi maddi doğumdan sonra ikinci manevi doğum,onu tekrar mana alemine getirebilir.Bu doğum insanın serbest bir hareketidir.Cüretli insan bu dünyanın karan-lık maddi rahminden çıkıp ilahi nura kavuşur.İlk anda bu doğumdan korksa da bundan sonra hiç beklemediği,tasavvur edemediği bir aleme gelecektir.O doğum ağlamakla oluyor,bu ise gülmekle yani o arayan bu bulan.O kainatta sükundur ve seyretmektir,bu tamamen cihetten dışarı da dolaşmaktır.Uyanık ruh vücutta doğarsa bu eski manastıra bir titreyiş düşer.İnsanı Kamilin huzurunda bu dünya titremeğe başlıyor ve içindeki resimler kırılıyor.
*Ey derviş!Aşık ölmeden evvel ölür fetvasınca,kişinin hayatta iken hayatta olduğu gibi bu hayatta iken de ruhani kıyametini görecektir.Ya iki noktalı ol,ya iki noktasız gerisi cinayettir. Ya ol,ya öl.İnsan iki kere doğmadıkça hakiki bekaya erişemez.Bu bir kere anadan doğmak,bir de kendinden çıkmaktır,eğer böyle olmazsa o kimse tehlikelidir,emin değildir.
*Ey Derviş!İnsan aslını bilirse isterse perde olsun,nisbi vücudunu gerçek vücutta yok et-meli.Bu ölmek değildir,hakikati bilip bilgi bakımından ölmek varlık diye övündüğün maddi vücudunun hiç olduğunu bilip mertebe ve şekilleri bırakarak yok olduklarını düşünerek aslına

yani zatına ruhen yükselip ruhunla baş başa kalmak demektir.Hayal denen perdeden sıyrılıp ruhunla baş başa kaldığın an sen sende kalmazsın yalnızca Hak kalır.İşte böyle bir insan her şeyden her yerde Hakkı gören Hakkal yakin mertebesine ulaşmış olur.
*Ey Derviş! Ölümünü ölmeden önce isteyen ölmemiş sayılır.iyiyse iyiliğe ulaşmaya acele eder,kötüyse kötülüğün azalmasını diler. Öl ki hiçbir şeye ihtiyacı olmayan diri Tanrı ölüden diri meydana getirsin.Ölüden diriyi çekip çıkarınca ölen doğru yolu bulur.Yok olana tehlike olmaz!Yokluk iftiharımızdır.
*Ey Derviş!Tamir edecekleri her eski binayı evvela temelden tahrip ettiklerini bilmiyor-musun?Ölüm yalnız eski bir evin yıkılıp yeni güzel bir sarayın yapılması gibidir.Ölüm perde arkasında mesut bir vuslattır.Herkesin ölümü kendisi ile aynı renktedir.Bize muhtaç olan içi-mizde bulunan kendi ölümümüzdür.
*Ey Derviş!İnsan hiç kendi ölüsünü bırakıp da yabancı bir ölüyü diriltmeye kalkar mı!Deniz suyu ölüyü başında taşır.Sende eğer beşeriyet vasıflarından öldünse hakikat sırları denizi seni başının üzerinde taşır.
*Ey Derviş!İstekler uyumuş köpeklere benzer,onlarda hayır ve şerde gizlidir.
*Ey Derviş!Akılların yuları zorla gelin emridir.Gönlünü kaptıranların yuları”dileyerek gelin” emridir.Allah kimi gönül makamına vasıl ederse o kişide ten cinsiyeti kalmaz.
*Ey Derviş!Kendini unuttun mu seni anarlar.Kul oldun mu azat ederler.Tedbiri unuttun mu pirinden taze bahtı bulursun. Zamansızlık alemine varmak için hayretten başka yol yoktur.
*Ey Derviş!Sağır istek ve dilek kör de hırs.Sağır bizim ölümümüzü duydu da kendi ölü-münü duymadı,kendi görüşünü görmedi.Kör halkın ayıbını kıldan kıla görür ve söyler,kendi ayıbını görmez alemin ayıbını arar.
*Ey Derviş!Herkesle beraber bile olsa bensiz olduktan sonra hiç kimseyle beraber değilsin demektir.Herkesler çekilmiş olsa bile yine benimle olduktan sonra herkesle berabersin.Sen bedensiz bir bedene sahipsin artık korkma.
*Ey Derviş!Müminin alameti aklıdır.Aklı ne kadarsa ibadeti o kadardır.İnsanın huyunun güzelliği de aklının derecesindedir.Aklı tam oldu mu imanı da tam olur Rab’ bine itaat eder.
*Ey Derviş! Suretini kırdın,yaktın mı her şeyin suretini kırmayı öğrendin demektir.
*Ey Derviş! Kibir,hırs,şehvet kokusu söz söylerken soğan gibi kokar.O koku yüzünden dualar reddedilir.O kötü kalp söz ile kendini gösterir.Eğer duada güzel bir nefese sahip değil-sen yürü özü sözü doğru kardeşlerden dua iste.Allah”Ey Musa bana suç etmediğin kötü söyle-mediğin bir ağızla dua et”dedi.Musa”bende o ağız yok”deyince,”başkasının ağzı ile dua et” buyurdu. Sende öyle muamelede bulun ki ağızlar gece gündüz sana dua edip dursunlar.
*Ey Derviş!İnsan duygudan çıkmadı mı gayb alemine tamamıyla yabancıdır.
*Ey Derviş!Gönül aynası saf olmalı ki orada çirkin suratı güzel surattan ayırt edebilesin. Gönlü,gönül vermeden başka bir suretle bulamazsın.Gönlü has olanların muhabbetinden başka muhabbete gönül verme.
*Ey Derviş!Mademki hırsızlık ediyorsun bari latif inciyi çal!Mademki hamallık ediyorsun bari yüce bir yük yüklen!
*Ey Derviş!Hz.Muhammed SAV”eğer” demeyi men etti.Onu söylemek münafıklıktandır. Eğer illetine uğramayasın.”Eğer şunu yapsaydım yahut bunu yapsaydım”deyip tereddüte düşmeyesin.”Mal isterim,mevki isterim,şeref isterim” içinden bu sesleri men ette sırlar keşf edilsin.Dünya malı Tanrının gülümsemeleridir.Bizi bu suret sarhoş mağrur ve perişan etmiştirdERVİŞ de

*Ey Derviş!Addan ve harften geçmek istersen kendini tamamıyla kendinden arıt.Yok ol!Kendini kendi vasıflarından arıt ki asıl kendi saf ve pak zatını göresin.O vakit kitap üstat olmaksızın peygamber ilimlerini bulur ve görürsün.
*Ey Derviş! Herkesin hareketi görüşü bulunduğu makama göredir.Herkes aleme kendi görüş dairesinde bakar.Ey Tanrı nuru ile bakanlar,ey erişmiş olanlar!Kimya gibi akışlarınızla
bakıra benzer insanlara bakar onları altın haline dönüştürürsünüz.Mademki bizim gözümüzde
birçok illet var yürü kendi görüşünü dostun görüşünde yok et.Bütün maksatları onun görüşün-de görürsün.
*Ey Derviş!Yok olmanın yolu başka yoldur.Varlığını yokluğa feda et.Çünkü aklı başında olmakta bir günahtır.Bu alemin direği gaflettir.Aklı başında oluş geçmişleri hatırlamaktan ileri gelir.Akıllılık uyanıklık bu dünya için afettir.
*Ey Derviş!Kınanmak kaynatılmış ilaç ve hap gibidir.İçer yahut yutarsan bir müddet ıstı-rap ve elem içinde kalırsın. Methin tesiri ise şekere benzer,gizli tesir eder ve bir müddet sonra vücutta deşilmesi icap eden bir çıban çıkar.Alçak gönüllü ol,hakir ol ululuk taslama!
*Ey Derviş! Kaderden çekinmekte perişanlık ve kötülük vardır.Yürü tevekkül et.Tevekkül hepsinden iyidir.Allah’ dan bir zarar gelmemesi için kulun Hak hükmüne karşı ölü gibi olması lazımdır.
*Ey Derviş!Hiçlik en güzel ve en kazançlı bir meslektir.Onda yok olan kendinden geçer, kendinden kurtulur.Çünkü Onunla bulunmaya imkan yoktur.
*Ey Derviş! Yokluğa dalıp kaybolmadıkça varlığa erişip oradaki doğruluğu asla göremezsin. Yok ol da varlığın ardından gelsin.Sen varken var olan sana nasıl gelir ulaşır.
*Ey Derviş! Kim yolda bir şeye bağlanır kalırsa o şey o adamın putu olur bağlanır kalır.
*Ey Derviş!Gece gündüz arayıp duruyor da bulamıyorsan, O kaybolmuş değil senin isteğinde noksanlık vardır.Onu Onunla tanı kendinle değil!
*Ey Derviş!İblisten bir şey öğren.İblis dedi ki Musa’ya “daima şu sözü hatırında tut.Ben ben demede benim gibi olma”
*Ey Derviş!Ey saçma sapan sözlere dalan,bilsen her gece senin için Tanrı katından melekler inmede.Gönül ehli eri dağlarından tanınır,gönlünü dağla!
*Ey Derviş! Seni uyandıracak biri lazımsa o zaman senin için ibadet edecek başka bir adamada lüzum var demektir.
*Ey Derviş!Allah kiminse her şey onundur.Neyi ararsan benzerini bulursun,eşiti bulun-mayan Odur. Mademki benim yerime konulacak bir şey yok o zaman bensiz olma.Canını üzme senin canına canan olarak ben kafiyim.Bir an bile bensiz yaşamayı dileme.Benden baş-ka önüne ne gelirse gelsin isteme.O bu ıstırab dolu yurdu yani dünyayı sana satmaz.Sen de sakın bu dünyada Onu satma!Onun yerine ne seçersen seç suçtur.
*Ey Derviş! ”Elime ne geldiyse kaybetmekteyim.Adeta elime aldığım şey bir akrep kesili-yor” diyorsun.Nesi var nesi yoksa oynayıp elden çıkaran yol alır,temizlikle huzura erer.Mum gibi yanıp yakılmadıkça hiç kimseye temizlikten dem vurma.Temizlikten dem vuran kendi içine baksa perişan olur gider.Temiz kişi iştahla bir yerde yemek bile yese derhal cezasını çeker.
*Ey Derviş! Kim ki alemde bizden başka bir şeye kani onunla eğlenir kalırsa,O bağlandığı şey zeval verir mahvederiz..Çünkü sevgiliden başkasına el atmak doğru değildir.Önüne çıkanı yaktın mı her lahza Tanrı nimeti sana artarak gelir.
*Ey Derviş! Meleklerde aşk vardır,dert yoktur.Dert adamdan başkasında bulunmaz.Aşkın bir zerresi bütün alemlerden iyidir,derdin bir zerresi bütün aşıklardan iyidir.Bu yola ayak direyen küfürden de geçer islamdanda.
Ey Derviş!İnsanın iki hali vardır hamlık ve mahçupluk.Hamlık halinde meleğe secde eder.Olgunluk ve vasıl olma halinde Allah’a vasıl olunca melek ona secde eder.İnsan kendi-sine secde edilendir.
*Ey Derviş! Tanrıyı bilenin dili körleşir.Onu Ondan başkası ile meşgul olmayan tanır. Gamsız ve asude olur.Vazgeç bu uğraşmadan aylak ol!Aylak olmadın mı dırıltılara düşer perişan olursun,ne varsa hepsini terk etmek gerek.

*Ey Derviş!Tedbir halkın yaşayışlarını bulandırır.Kendi kendine tedbir yapmakla uğraş-maktan nefsinizi dinlendirin.
*Ey Derviş!Söylediğinde sensin,bildiğinde sen ne söylersen bil ki O değildir.bir şey söyle-me kendini tanı,söylediğin bildiğin şeylerden binlerce ileridesin.Onu Onunla tanı kendinle değil.Yol Ondan başlar Ona gider.Akıldan başlamaz.
*Ey Derviş!Mevlayı Müteal Hazretleri seni kendisi için yarattı,sen ise bütün gün başkaları ile uğraşıyorsun.Derviş demek; gerçek kamil bir mürşide bağlanan,ondan zikir ve tevhid eğitimi alıp “at”dediğini atan,”al”dediğini alan alandır.Hal ve yaşantısını tevhid zevki ile süslenmiş insandır.
*Ey Derviş!derviş demek nefis mücadelesinde başarılı olup,nispet fiilinden fiilullaha, nisbet sıfatından sıfatullaha,nispet vücudundan vücudullaha mazhar düşüp fenafillaha ulaşandır.Onun diyeti artık Hakk olmuştur.Ya rengine gel ya renksizliğe git.Yeter ki ciğer yanmasından bir nişan bulunsun.
*Ey Derviş!İnsan kendini o kadar az tanıyor ki,şeytanın her emrine derhal itaat ediyor.Hiç düşünmüyor hatta kendisini avlamak maksadıyla gelen şeytana”buyur biz hazırız” diyor.
*Ey Derviş!Allah’ın kullarına hazırladığı mutluluğu ne insan gözü görebilir ne kalbi duya-bilir.Mutluluğu duyabilmeniz için bizi arıtmalardan geçirip yeni bir biçime sokacaklar bu değişiklik o kadar büyük o kadar kökten olacaktır ki artık ortada bizden eser kalmayacaktır.
*Ey Derviş!Baştan ayağa kadar onun nimetlerine gark olmuşsun,kendine gel de bir düşün. Bak şu nimetlere bak da kimden uzaklaştığını bu ayrılığa nasıl sabır edebildiğini bir anla!
*Ey Derviş!Onun karşısında kimse doğru duramaz eğer duracak olursa da tam ayardır.


Kendini unuttuğun vakit Allah’ı zikret.
Derleyen Sevim Bayer
DNA-RNA GENETİK ŞİFRE-A.T.G.C:
NÜKLEİK ASİT olan DNA EN KÜÇÜK CANLI OLAN VİRÜSTEN İNSANA KADAR BÜTÜN CANLILARDA BULUNUR ve HAYATI HER YÖNÜ ile KONTROL EDER, RUHU DEĞİL. Bu bakımdan HAYAT DNA’NIN BİR İFADESİ yani HAYATIN BİR ŞİFRESİ, ANAHTARIDIR. ”HAYATI MECUĞLE” denir. Genetik şifre mesaj değil sözlüktür, hücre bu sözlüğü yani DNA(deok- siribonükleik asit)’nın 4 harfli olan dilini Proteinlerin 20 harflik diline çevirmek için kullanılır. Genetik şifre hücre içi gen ve kromozom keyfiyeti ile alakalıdır. Genetik şifrede mesajlar sadece 4 harften oluşur. Bize göre mesaj varidat, sözlük ise mevkidir yani mevaiki nucum. A.T.G.C (Adenin, Guanin, Tinin, Sitosin).
DNA; MİM(risalet)-NUN (nübüvvet)-VAV(ruhi beşeri vücut)harfleri ile şifrelenmiştir. HÜCRE, KÜÇÜLTÜLMÜŞ BİR İNSAN hatta BİR ÂLEM VARLIKTIR. İÇİNE BAKIP NEDEN TEŞEKKÜL ETMİŞ diye düşünürsek ORADADA 4 MADDE VARDIR. (Adenin-Guanin-Sitozin-Tinin) Bunların tetkikin de SU-HAVA-ATEŞ ve TOPRAK OLDUĞU İLİMLE BİLDİRİLMİŞTİR ve PROTOİN YAPISININ BELİRLER. DNA karşılığı MİM-NUN-VAV olduğuna göre FİZİK BEDENİN NEŞRÜ NEMASI bu 4 maddeden MEYDANA GELMİŞTİR. HAVA, SU, ATEŞ, TOPRAK bunların aslı ZİYAYI VÜCUT İNSANDAN KURULDUĞUNDAN bu ZİYAİYETİN NEŞRU NEMASI(büyümesi), GELİŞMESİ yani KURULMASI bu 4’lü TOPLULUĞUN İÇİNDEN GEÇERKEN, FİZİK BEDENİN DÜNYACA ALMIŞ OLDUĞU UNSURLARDIR Kİ ZATEN TEK BİR İNSAN HÜCRESİNİN FİZİK TABİR MADDELERİ OLAN ADENİN, GUACİN, TİNİN, SİTOSİN / SU, HAVA, ATEŞ ve TOPRAĞIN SOYUTİ VARLIKLARIDIR.
Şöyle ki BİR BALÇIK ÇAMURDAKİ KARBON, HİDROJEN, OKSİJEN, AZOT GİBİ 4’lü maddedeki ELEKTRİK AKIMI ile YÜKLENİLDİĞİNDE yukarıdaki HÜCRE ASİTLERİ olan 4 HAYAT MADDESİNİ BULMUŞLARDIR. Bu 4 MADDENİN SARMAL DİZİSİ YER KÜREDEKİ TÜRLERİ MEYDANA GETİRDİĞİ gibi ASLI TEK ve ÖZ MADDEDİR ki oda ZİYAYI BEDEN İNSANDIR. 4 UNSURLU FİZİK BEDENE BENZER. Yine 4 UNSURDAN VÜCUDU İKTİSABİSİNİDE (yeni bir kazanacağımız vücut )KURACAĞIZ
PROTOİNLERDE AMİNO ASİT yani GAZLARDAN(buhar gibi)TEŞEKKÜL EDERLER. DNA HÜCRE YAPI-SINDA DA BU ANASIRI ERBAYI (4 madde hava,su..) İNCELMİŞ SOYUT MADDE gibi GÖRÜYORUZ.
Bütün canlılardaki proteinler yani hemence oluşumlar (Feyekün gibi) hep aynı yapı taşlarından bir araya gelirler çünkü işin aslı tekilde ve ziyayı insan kurgusudur. Tabiatta bulunan 20 değişik amino asit yani gazdır. “Şayet PROTEİNİ KODLAYAN ASİT BAZ SIRALANIŞI ile KARŞILAŞTIRABİLSEYDİK GENETİK ŞİFREYİ ANLAYABİLİRDİK” diyen ilim erbabıdır. Yani insan neden meydana geldi? Fizik beden nedir? Bunu kurgulayan ruhi vücut âdemi insandır, Allah’ ımızın izni ile.
Hücre içi gen ve kromozom keyfiyeti ile alakalıdır. HÜCRE İÇİNDE 23 OLMAK ÜZERE SAĞLI SOLLU 46 ADET İPLİKÇİK gibi KROMOZON denilen PARÇACIKLAR VARDIR. Ve üzerlerinde TÜRLERE göre DİZİLMİŞ ÇİFT ÇİFT SARMAL HELEZON, SONSUZ KUDRETTE NOKTACIKLAR VARDIR ki bunlara GEN deniliyor. İşte GENETİK ŞİFRE DEDİĞİMİZ HÜCRE İÇİ GEN DİZİLERİDİR. CİNS ve TÜR ŞEKİLLERİNE GÖRE DEĞİŞİKTİR. HÜCRE bu SONSUZ LÜGATIN İÇİNDE 4 HARFLİK OLAN DİLİNİ PROTOİNLERİN 20 HARFLİK DİLİNE ÇEVİRİR. Yine bir LUGAT YAPAR, 4 HARFLİ ama SONSUZ LUGAT gibi. 3 BAZ ÖNEMLİDİR, aslı 3’tür.”ADENİN, GUANİN, SİTOZİN”
SIR: Gelecek harflerle şifrelenmiştir. DNA ile şifrelediği yer hücre içi hususlardır ki bu günün alimleri can ve ruh kavramını buralarda aramaktadır.
Fizikçe 3 beden, 4 madde vardır. Mesela karbon; Hem kömür ısısı, hem nükleer enerji, hem de enerji insandır bunlar enerji bedendir. Şayet insan topraktan yaratılmışsa toprağın içinde 114 elementi barındıran katı fizik yapımızdır. Cansız gibi görünen çekirdek asitleri dediğimiz maddeler de ADENİN, GUANİN, SİTASİN ve TİNİN’ de ”hay”, HAYAT unsurudur.
Mevaiki nucum(yıldız mevkileri) olarak hücre içindedir. Bütün canlıların hayatlılarının yapısında bu diziliş farkları ile aynı kanun işler. İster elma olsun ister mikrop istendiğinde fizik beden insan çıkmakta, öz birdir oda insan yani insandan zuhur eder.
İşte Urey-Miller deneyleri; Bu zat balçık bir toprağa bir deney laboratuarında yüksek enerji şarjı vererek neticeyi şöyle meydana getiriyor. BİR KERE BALÇIKTA DOĞA UNSURU NE VARSA HEPSİ MEVCUT BİR MAYALANMA PLAZMA HALİ İLE BERABER ESASTA 4 MADDE BELİRGİN BİR HALDEDİR.
1-En belirgin olan SU maddesidir, 2-METAN, 3-AMONYAK, 4-KARBONDİOKSİTLER yani C.H.O.N maddeleridir. Bu 4’lü unsura yüksek elektrik akımı şarz edildiğinde tecrübe ile HÜCRE İÇİ ÇEKİRDEK ASİTLERİ diye ad verilen ADENİN-GUANİN-SİTEASİN-TİNİN DENEN 4 HAYAT UNSURU 8 SOYUTİ gibi SOMUT MADDE, HAYAT MADDESİ ORTAYA ÇIKAR. Burada ilk 4’lü cansız hayatsız gibi düşünülüyor. Şarzdan sonra elde edilen 4’lü ise canlı hayat unsuru gibi oldu, zira ziyayı vücut insansız hiç bir soyut somut olay yoktur.
İşte toprak ve dağ maddesi aslında (büyük bir mevaiki nucum olayı ile) soyutiyet bir akımla insanın hücresinin hayat unsuru canlılığı meydana getiren 4 madde (hücre asidi)olduğunu anlatmaktır. O halde cibal(dağ), rical(insan)olur. TASHİF; Dağa verilen bir enerji şarjındaki, neticeyi hayatı tashif etmiş olduğudur. Yani ashabı cibal (bu dağ geometri mekanik unsurunu bilen) mevsimi hulul edince (zamanı gelince) nimetleri celb (olayı anlamaları) ile edvarı(dönüşüm) için seyir ve hareket eder. İşte bu dağ maddesinden insan maddesi oluşudur.
İnsanın harf değer olarak (benzetme) eşyaya sirayet edişimizle DNA demek EŞYAYA SİRA-YET ETMİŞ İNSAN ZİYAYİYETLERİ DEMEKTİR. DEOKSİRİBO NÜKLEİK ASİT MİDE ASİDİNİN ESASI BU HCL=H+CL ERİMESİ, HİDROJEN VEREBİLEN MADDE ASİTTİR ve artı YÜKLÜ VEREBİLEN ASİTTİR. Suda çözelti halinde hidrojen ayrılıyor, ayrılmış olan “cl” atomu yüklü hidrojen verebilen durumundaki ortama asit denir. Veya ortama hidrojen verebilen bileşikler asittir(amonyak-su-metan-hidrojen) İNSAN HÜCRE veya SPERM YAPI HÜCRESİNE BAKSAK 46 İPLİKÇİK SOMUT OLA-RAK GÖZÜKSEDE BU İPLİKÇİKLERİN SOYUT DEVAMI KOPMAYAN BİR İP gibi (habli metin) TA ALLAH’A KADAR BAĞIMLIDIR,46 KROMOZONDAN HER BİRİNİN ÜZERİNDE 80 milyar GEN DİZİSİ OLDUĞU BİLİ-NENDİR. BİR HÜCRE BÖYLE OLUNCA YA ÜZERİNDE TAŞIDIĞIN KIYAMETİ, HAŞRİ NEŞRİ SPERM HARİ-CİNDEKİ İNSANCIKLARIN SENİNLE BU MUAZZAMI YAPI ve KIYAMETİ KALABALIK SENDE HAŞRİ ve NEŞRİ İLE DÜNYADA GÖZÜKMEK ÇABASINDADIR. OLAY SENİN ÜZERİNDE CERYAN EDİYOR SEN KIYA-METİ GELECEKTE HABERSİZCE BEKLEMEKTESİN.
Şimdi dünyadasın, üzerindeki bu muazzam olay size gelmiş olan ziyayı bedenlerin sperm hali ve sizde yaratılışları ile şimdi siz bütünü bir varlık yani bu sonsuz sayıdaki insancıkları taşımadasın. Gelenler sizde miracını tamamlamış. Huzuru ilahiyeye gidecek vücudumuz ancak erkanı islamiye ile kazanacağımız vücudu muktesebemizdir.
NEBATAT ve AĞAÇLAR GÜNEŞE KARŞIT OLMASIYLA YETİŞİP BÜYÜMESİ ve MEYVELERİ YAPMASI GÜNEŞDEN GELEN SUBBUHİYET CERYANI İLE OLUYOR veya yine GÜNEŞ’ DEN GELEN ZİYAYI VÜCUDİYETLER “FEYEKÜN” EMRİYLE GELİYOR. MERDİVEN BASAMAKLARI gibi GELEN ENERJİ DİZİLERİNE göre BURADA VUCUDİ, SIKLİYET ve CİNSİYETLERİNİ MEYDANA GETİRİYOR.
ZATEN BİLİNEN odur ki HÜCRELERDEKİ KROMOZONLAR MERDİVEN SPİRALİ gibidir. GENLER DE onun ÜZERİNE DİZİLMİŞTİR. İşte bu GEN DİZİLERİ ŞEKİL ve VUCUDİYETLERLE ALAKALIDIR.
ALEMİ SUBUTİYET bu SİSTEMDE AYARLANMIŞTIR. İNSAN; Katlanmış dürülmüş kâinat demektir.
Bir evsaf bunca elvan eylemiş, renk, rayiha, nebat, hayvan gibi görünüm ve hassalar o esas cevherin gen dizilerindeki yer değişmesinden meydana gelmiştir.
Bunu subbuhiyet dengelemektedir.
Mesela; Maymunun insana benzemesi bu dizi değişikliğidir yoksa ”insan maymunun soyundan gelmiştir” nazariyesi dış görünüş ifadedir ve yanlıştır. TEVİLİ ise Maymunda o insan unsuru öz cevherden halk edilmiştir bu benzerlik ondandır. Darvin’ in müşahedesi dışadır.
Dünya dönüyorsa ışına kavuşma sevdası ile döner. Dünyanın yiyip içeceği olan güneş
ışınlarını almak için döner. BU IŞIN SANKİ GEN? Olmasa idi dünya hiç döner mi? Bir kudreti ilahi olan insan yani Allah’ımızın kudreti ve tasarruf eli insan yine dünyadaki dönüşü hayatı ile üzerinde yaşayanların hayat (ruh demiyorum) bulmaları için döner.
Netice her şey, insan için döner. Şöyle ki; Bir elmanın güneş-ay- kuvveyi arz ile alakası kesildi mi sende sonlanmış demektir. Dönüler hep senin içindir.
Şöyle ki ilahi alemden gelirken geçtiğimiz yollara yani geçmişinde geçtiğin yollar geleceği-min yolları imiş yani dönüşlümde aynı yoldan olacağına keşf etmiş olduğumuzdur.
Bu dönülerimiz ile acaba insan aynı yoldan gerimi dönüyor? Güneş yörüngesinde ve dünya yörüngesin de dönerken hiçbir zaman aynı yoldan dönmez bir geçtiği yoldan bir daha geçmez. Geçişi ki aynı yol olsa, azda olsa yörüngesini yeni yoldan devam ettirir. Bugünün ilmi bunu tesbitte zorlanır.
Onun için insanın dünyadan uhrevi aleme dönüşü: Kendine seçtiği yoldan herkesle birlikte olup rotası ise kendine aittir.
Derleyen; Sevim Bayer

15 Ocak 2009 Perşembe

HAMD ŞÜKÜR ve MEDH
Sözlük olarak, HAMD; Medh övmek. Cenabı Hakka karşı kulların memnuniyet ve sevinçlerini ve O’na hamd ve şükür ile medihlerini bildirmeleri, sena etmeleri.
MEDH; Birisinin iyiliğini, iyi vasıflarını söylemek,
ŞÜKÜR; Alah’ın nimetlerine karşı memnunluk göstermek Allah’a teşekkür. Nimet verene muhabbet etmek ve itaat etmek de şükürdendir. Şükür; Alah’ın kullarının iyi amellerine mükafat veya ceza vermesidir. Sebeplerin envai cihetlerinden şükür hamd’ den daha umumidir. Tealluk(Muhabbet, sevmek, alakalı olmak) cihetinden hususidir. Hamd, tealluk cihetinden daha umumi, sebep cihetinden daha hususidir. Şükrün ölçüsü kanaat ve iktisattır, rızadır ve memnuniyettir. Şükürsüzlüğün ise hırs, israf ve hürmetsizliktir.
Burada aynı manaya gelen üç lafız vardır hamd, medh ve şükür. Hamd ile medh arasında birçok fark vardır.
MEDH, canlı cansız her şeye yapılır. Gayet güzel bir inci, yakut gören kimse onu meth eder. Ama ona hamd etmesi imkansızdır. Buna göre medh etmek hamd etmekten daha umumidir. Medh, iyilik yapmadan bazen önce, bazen sonra olabilir. Hamd ise sadece ihsan, iyilikten sonra olur. Medh bazen yasaklanmış olur. Hz. Muhammed(s.a.v)şöyle buyurmuştur; “Meddahların(övücülerin) yüzlerine toprak saçın”.
HAMD, bu mutlak olarak emr edilmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v) “İnsanlara hamd etmeyen, Allah’a hamd etmemiş olur” buyurmuştur. MEDH, fazilet çeşitlerinden birine has olduğuna delalet eden sözden ibarettir. HAMD’e gelince bu da onun belli bir fazilete has olduğuna delalet eden sözdür. Bu belli fazilet de nimet verme ve iyilikte bulunma faziletidir. O halde söylediklerimizle medh’ in hamd’ den daha umumi olduğu ortaya çıkmıştır.
HAMD ile ŞÜKÜR arasındaki farka gelince; HAMD, nimetin sana veya başkasına ulaşmasını içine alır. ŞÜKR ise sadece sana ulaşan nimetlere mahsustur. Bu husus anlaşıldığında biz derz ki MEDH’in canlı ve cansız bütün varlıklar için Allah’a ve ALLAH’ dan başkası için olabileceğini daha önce söylemiştik. Bir kimse “Medh Allah’a mahsustur” dediğinde bu Cenabı Allah’ın fail-i muhtar olduğunu gösterir. Buna göre Cenab-ı Allah’ın “Elhamdülillah” sözü O’ndan sudur eden ve başkasına ulaşan her nimet sebebiyle Allah’ı bir övmedir. Ama “Şükrullah” sözü ise sadece bu sözü söyleyene ulaşan nimete karşılık Allah’a yapılan bir övgü olur. Birincisinin daha üstün olduğunda şüphe yoktur. Denilmek istenen şudur; Sanki kul ”Bana ister ver, ister verme. Senin nimetlerin bütün alemlere ulaşıyor. Sen en büyük hamd’ e layıksın” der. Zayıf bir görüşe göre HAMD, Allah (C.c)!ın def ettiği belalara karşılık. ŞÜKR ise verdiği nimetlere karşılık yapılır.
Bir şeyi vermedeki nimet, belaları giderme nimetinden daha büyüktür. O halde “Büyük olan niçin terk edilip az olan ifade edildi?” denirse. Bunun birkaç izahı var.
Sanki kul ”İki nimetten değersiz olana şükrediyorum. Değerli olana nasıl şükr ederim, sen bir düşün!” demiş olur.
Gelecek belaları def etmek sonsuzdur. Nimet vermek ise sonludur. Önce sonsuz olan belaları gidermeye teşekkür etmek daha evla olur.
Zararı def etmek, menfaatı celb etmekten daha mühimdir. Bu sebeple mühim olanı takdim etmiştir.
Cenabı Hakk “Allahı ham ederim” buyurmayıp “Hamd Allah’a mahsusutur” buyurmuştur. Bu ikinci ifade birçok bakımdan daha üstündür. Birincisi eğer Allah Taala “Allaha hamd ederim” deseydi bu bunu söyleyenin hamd etmeye kadir olduğunu gösterirdi. Ama “hamdülillah” deyimce bu Cenabı Hakk’ın hamd edenlerim o’na hamd etmesinden ve şükr edenlerin O’na şükr etmesinden öncede HAMD’ e layık olduğunu gösterir. Bu sebeple kullar Hak Taala’ya ister HAMD etsinler, ister etmesinler. İster ŞÜKR etsinler ister etmesinler. Cenabı Hakk kendi kadim Hamdi ve kelamı ile ezelden ebede kadar Mahmud (hamd edilmiş) tir.
-“Elhamdülillah” hamd ancak ona layıktır. Hamd O’nun mülkü ve milkidir. O her şeye hükümran ve her şeye hakimdir manasına gelir.
- “Elahmdülillah” sözü sekiz harftir. Cennetin kapıları da sekiz tanedir. Herkim kalp temizliği ile bu sekiz harflik cümleyi söylerse, cennetin sekiz kapısına da girmeye hak kazanmış olur.
-Yine Elhamdülillah” da “Hamdü senaya sebep olabilecek her şey Allaha aittir. Onun hakkı ve mülküdür” manasına gelir.
-Şayet Allah Taala nimet veren kimsenin kalbinde nimet verme duygusunu yaratmamış olsaydı, o kimse nimet veremezdi. Öyleyse gerçekte nimet veren, bu duyguyu yaratan Allahu Taaladır.
-Hamdin nimet verdiği ve lutufkar olduğu için bir başkasını medh etmekten ibaret olduğunu görmüştün. İnsan kendisine nimetin uzaklaştığını hissetmezse ve duymazsa onun hamd ve şükür ile mükellef tutulması imkansız olur.
Bunu anladığımız da deriz ki insanın Allah Taala’ ya hamd etmekten ve şükretmekten gerçek manada aciz olması gerekir. Buna birçok şey delalet eder. İnsanın Allaha karşı hamd ve şükrü eda edebilmesi ancak Allah’ın onu buna muktedir kıldığında muktedir mümkün olur. Allahu Taala onun kalbinde hamd ve şükre yönelik bir duygu yarattığında ve önümdeki bütün engel ve maniler kalktığında, bunarlın hepsi Allah’ın birer inamı olur. Buna göre kulun Allahın şükrünü eda edebilmesi ancak Allahu Talanın ona vereceği büyük bir nimet sayesinde mümkün olur. Bu nimetlerde ayrıca şükrü gerektirir. Bu duruma göre kulun, şükür ve Hamdi eda edebilmesi sonsuza kadar tekrarladığı zaman mümkün olur, bu ise imkansızdır. Öyle ise insanın O’na layık olacak şekilde Allaha hamd ve şükretmesi imkansızdır.
HAMD ve ŞÜKR’ ün manası, kulun sadece diliyle ”Elhamdülillah” demesi değildir. Tam aksine bunun manası kendisine nimet verilen kimsenin, nimet verenin kemal, celal sıfatları ile mevsuf (vasıflanmış)olduğunu bilmesidir. Bu sıfatlardan Allahın kemal ve celali daha büyük ve daha yücedir. Böyle olunca Hakkı layıkı ile hamd ve şükr etmesi imkansızdır.
Cenabı Hakka hamd ve şükürle meşgul olmak demek kendisine nimet verilen kimsenin, bu nimetin geldiği zatta şükür ve hamd ile karşılık vermesidir. O halde kulun “elhamdülillah” demesinin sonu olmayan mutlulukları ve sınırsız iyilikleri gerektirdiği ortaya çıkar.
Kısaca Allaha hamd etmek, Allahın ihsanlarına azıcık şükür ile karşılık vermek demektir. Şükür ile meşgul olmak ancak bu nimetler kalp de hatırlanmaya devam edildiği zaman gerçekleşir. Kalbin nimetleri hatırlamakla meşgul olması ise onu nimet vereni tanımakla uğraşmaktan alıkor.
Kulun nimet bulduğu zaman Alalha övgüde bulunması, onun bu nimeti elde ettiği için Allaha hamd-ü senada bulunduğunu gösterir. Buda onun ibadet hamd ve senedan maksadının bu nimetleri elde etmek olduğunu gösterir. Bu adamın hakikatte ma’budu ve maksudu ancak bu nimet ve menfaattir. Buda düşük bir makamdır en iyisini Allah bilir.
Bilgi; Fahruddin Er-Razi Mefatühül-Gayb
Derleyen Sevim Bayer

ÇİFTE SULTANLARp

MENKIBE – ÇİFTE SULTANLAR
Peygamberimizin sevgili torunu Hz. Hüseyin, Kerbela’ da şehi edilince, himayesiz kalan kızları Fatıma 12, Sakine 11 yaşında şakiler tarafından Anadolu’ ya kaçırılıp Bizans’a satılır. O zaman ki Tekfur bu durumdan istifade etmek ister ve onları rahibe yapmak için her türlü çareye başvurur. Önce çok iyi karşılayıp inciler, mercanlar, uşaklar, arabalar, elbiseler… içinde bir misafir gibi bakarlar. Kızlar “Bu ihtişamın bir bedeli olmalıdır” diye düşünürler. Başta ibadetlerini serbestçe yaparlar.
Sonunda Tekfur gerçek yüzünü gösterir. “Bizans’ da yaşıyorsunuz, bizim gibi olmalısınız!” der. Manastıra göndermek ister fakat kabul etmezler. Kızları süslü odalarından alıp izbe dehlizlere gönderir. Çok sıkıntı çekerler. Kuru bir ekmek ve bir maşraba su. Koridorlardan kahkaha ve çığlık sesleri gelir. Tekfur onlara 40 gün mühlet biçer. Ya manastıra yahut……
Kraliçe araya girince, sertlikle değil yumuşaklıkla halletmek için kendi kızları 14 yaşındaki Katerina’ yı onlara arkadaş olarak gönderir. Maksatları kendi din ve yaşayışlarını sevdirmek. Fatıma ve sakine misafirlerini dostça karşılar. Prenses bu iki kızı çok sever ve onlardan çok etkilenir. Hayatları, yaşayışları, ahlakları ve dinleri ile ilgili sorular sorup büyük bir hayranlıkla dinler. Onların birçok kerametine şahit olup Müslüman olur. Artık onlardan hiç ayrılmaz. “Ne söylüyorsanız, ne yapıyorsanız doğrudur” dediği için kızlar ona Sıdıka ismimi verirler.
Zindandan haber soran anne ve babasına; “Çok iyi gidiyor, şaşırmaya hazır olun!” der. Ama sayılı gün çabuk geçer ve 40. gün vedalaşma vakti gelir. Sıdıka; -“Ne mutlu size, şehit olarak sevdiklerinize kavuşacaksınız. Ben ise…” der.
Fatıma bir kağıda Sıdıka’ nın Müslüman olduğunu yazar ve ellerini açıp başlar duaya. Diğerleri amin der. Biraz sonra üçü birden vefat ederler. Hepsi İstanbul’da Çifte Sultanlar tepesinde gömülüdürler. (İrfan Özfatura-Türkiye- 26.12.1998)
Türkiye Takvimi 30.Mart.2000
Derleyen Sevim(Bulut)Bayer