15 Ocak 2009 Perşembe

HAMD ŞÜKÜR ve MEDH
Sözlük olarak, HAMD; Medh övmek. Cenabı Hakka karşı kulların memnuniyet ve sevinçlerini ve O’na hamd ve şükür ile medihlerini bildirmeleri, sena etmeleri.
MEDH; Birisinin iyiliğini, iyi vasıflarını söylemek,
ŞÜKÜR; Alah’ın nimetlerine karşı memnunluk göstermek Allah’a teşekkür. Nimet verene muhabbet etmek ve itaat etmek de şükürdendir. Şükür; Alah’ın kullarının iyi amellerine mükafat veya ceza vermesidir. Sebeplerin envai cihetlerinden şükür hamd’ den daha umumidir. Tealluk(Muhabbet, sevmek, alakalı olmak) cihetinden hususidir. Hamd, tealluk cihetinden daha umumi, sebep cihetinden daha hususidir. Şükrün ölçüsü kanaat ve iktisattır, rızadır ve memnuniyettir. Şükürsüzlüğün ise hırs, israf ve hürmetsizliktir.
Burada aynı manaya gelen üç lafız vardır hamd, medh ve şükür. Hamd ile medh arasında birçok fark vardır.
MEDH, canlı cansız her şeye yapılır. Gayet güzel bir inci, yakut gören kimse onu meth eder. Ama ona hamd etmesi imkansızdır. Buna göre medh etmek hamd etmekten daha umumidir. Medh, iyilik yapmadan bazen önce, bazen sonra olabilir. Hamd ise sadece ihsan, iyilikten sonra olur. Medh bazen yasaklanmış olur. Hz. Muhammed(s.a.v)şöyle buyurmuştur; “Meddahların(övücülerin) yüzlerine toprak saçın”.
HAMD, bu mutlak olarak emr edilmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v) “İnsanlara hamd etmeyen, Allah’a hamd etmemiş olur” buyurmuştur. MEDH, fazilet çeşitlerinden birine has olduğuna delalet eden sözden ibarettir. HAMD’e gelince bu da onun belli bir fazilete has olduğuna delalet eden sözdür. Bu belli fazilet de nimet verme ve iyilikte bulunma faziletidir. O halde söylediklerimizle medh’ in hamd’ den daha umumi olduğu ortaya çıkmıştır.
HAMD ile ŞÜKÜR arasındaki farka gelince; HAMD, nimetin sana veya başkasına ulaşmasını içine alır. ŞÜKR ise sadece sana ulaşan nimetlere mahsustur. Bu husus anlaşıldığında biz derz ki MEDH’in canlı ve cansız bütün varlıklar için Allah’a ve ALLAH’ dan başkası için olabileceğini daha önce söylemiştik. Bir kimse “Medh Allah’a mahsustur” dediğinde bu Cenabı Allah’ın fail-i muhtar olduğunu gösterir. Buna göre Cenab-ı Allah’ın “Elhamdülillah” sözü O’ndan sudur eden ve başkasına ulaşan her nimet sebebiyle Allah’ı bir övmedir. Ama “Şükrullah” sözü ise sadece bu sözü söyleyene ulaşan nimete karşılık Allah’a yapılan bir övgü olur. Birincisinin daha üstün olduğunda şüphe yoktur. Denilmek istenen şudur; Sanki kul ”Bana ister ver, ister verme. Senin nimetlerin bütün alemlere ulaşıyor. Sen en büyük hamd’ e layıksın” der. Zayıf bir görüşe göre HAMD, Allah (C.c)!ın def ettiği belalara karşılık. ŞÜKR ise verdiği nimetlere karşılık yapılır.
Bir şeyi vermedeki nimet, belaları giderme nimetinden daha büyüktür. O halde “Büyük olan niçin terk edilip az olan ifade edildi?” denirse. Bunun birkaç izahı var.
Sanki kul ”İki nimetten değersiz olana şükrediyorum. Değerli olana nasıl şükr ederim, sen bir düşün!” demiş olur.
Gelecek belaları def etmek sonsuzdur. Nimet vermek ise sonludur. Önce sonsuz olan belaları gidermeye teşekkür etmek daha evla olur.
Zararı def etmek, menfaatı celb etmekten daha mühimdir. Bu sebeple mühim olanı takdim etmiştir.
Cenabı Hakk “Allahı ham ederim” buyurmayıp “Hamd Allah’a mahsusutur” buyurmuştur. Bu ikinci ifade birçok bakımdan daha üstündür. Birincisi eğer Allah Taala “Allaha hamd ederim” deseydi bu bunu söyleyenin hamd etmeye kadir olduğunu gösterirdi. Ama “hamdülillah” deyimce bu Cenabı Hakk’ın hamd edenlerim o’na hamd etmesinden ve şükr edenlerin O’na şükr etmesinden öncede HAMD’ e layık olduğunu gösterir. Bu sebeple kullar Hak Taala’ya ister HAMD etsinler, ister etmesinler. İster ŞÜKR etsinler ister etmesinler. Cenabı Hakk kendi kadim Hamdi ve kelamı ile ezelden ebede kadar Mahmud (hamd edilmiş) tir.
-“Elhamdülillah” hamd ancak ona layıktır. Hamd O’nun mülkü ve milkidir. O her şeye hükümran ve her şeye hakimdir manasına gelir.
- “Elahmdülillah” sözü sekiz harftir. Cennetin kapıları da sekiz tanedir. Herkim kalp temizliği ile bu sekiz harflik cümleyi söylerse, cennetin sekiz kapısına da girmeye hak kazanmış olur.
-Yine Elhamdülillah” da “Hamdü senaya sebep olabilecek her şey Allaha aittir. Onun hakkı ve mülküdür” manasına gelir.
-Şayet Allah Taala nimet veren kimsenin kalbinde nimet verme duygusunu yaratmamış olsaydı, o kimse nimet veremezdi. Öyleyse gerçekte nimet veren, bu duyguyu yaratan Allahu Taaladır.
-Hamdin nimet verdiği ve lutufkar olduğu için bir başkasını medh etmekten ibaret olduğunu görmüştün. İnsan kendisine nimetin uzaklaştığını hissetmezse ve duymazsa onun hamd ve şükür ile mükellef tutulması imkansız olur.
Bunu anladığımız da deriz ki insanın Allah Taala’ ya hamd etmekten ve şükretmekten gerçek manada aciz olması gerekir. Buna birçok şey delalet eder. İnsanın Allaha karşı hamd ve şükrü eda edebilmesi ancak Allah’ın onu buna muktedir kıldığında muktedir mümkün olur. Allahu Taala onun kalbinde hamd ve şükre yönelik bir duygu yarattığında ve önümdeki bütün engel ve maniler kalktığında, bunarlın hepsi Allah’ın birer inamı olur. Buna göre kulun Allahın şükrünü eda edebilmesi ancak Allahu Talanın ona vereceği büyük bir nimet sayesinde mümkün olur. Bu nimetlerde ayrıca şükrü gerektirir. Bu duruma göre kulun, şükür ve Hamdi eda edebilmesi sonsuza kadar tekrarladığı zaman mümkün olur, bu ise imkansızdır. Öyle ise insanın O’na layık olacak şekilde Allaha hamd ve şükretmesi imkansızdır.
HAMD ve ŞÜKR’ ün manası, kulun sadece diliyle ”Elhamdülillah” demesi değildir. Tam aksine bunun manası kendisine nimet verilen kimsenin, nimet verenin kemal, celal sıfatları ile mevsuf (vasıflanmış)olduğunu bilmesidir. Bu sıfatlardan Allahın kemal ve celali daha büyük ve daha yücedir. Böyle olunca Hakkı layıkı ile hamd ve şükr etmesi imkansızdır.
Cenabı Hakka hamd ve şükürle meşgul olmak demek kendisine nimet verilen kimsenin, bu nimetin geldiği zatta şükür ve hamd ile karşılık vermesidir. O halde kulun “elhamdülillah” demesinin sonu olmayan mutlulukları ve sınırsız iyilikleri gerektirdiği ortaya çıkar.
Kısaca Allaha hamd etmek, Allahın ihsanlarına azıcık şükür ile karşılık vermek demektir. Şükür ile meşgul olmak ancak bu nimetler kalp de hatırlanmaya devam edildiği zaman gerçekleşir. Kalbin nimetleri hatırlamakla meşgul olması ise onu nimet vereni tanımakla uğraşmaktan alıkor.
Kulun nimet bulduğu zaman Alalha övgüde bulunması, onun bu nimeti elde ettiği için Allaha hamd-ü senada bulunduğunu gösterir. Buda onun ibadet hamd ve senedan maksadının bu nimetleri elde etmek olduğunu gösterir. Bu adamın hakikatte ma’budu ve maksudu ancak bu nimet ve menfaattir. Buda düşük bir makamdır en iyisini Allah bilir.
Bilgi; Fahruddin Er-Razi Mefatühül-Gayb
Derleyen Sevim Bayer

ÇİFTE SULTANLARp

MENKIBE – ÇİFTE SULTANLAR
Peygamberimizin sevgili torunu Hz. Hüseyin, Kerbela’ da şehi edilince, himayesiz kalan kızları Fatıma 12, Sakine 11 yaşında şakiler tarafından Anadolu’ ya kaçırılıp Bizans’a satılır. O zaman ki Tekfur bu durumdan istifade etmek ister ve onları rahibe yapmak için her türlü çareye başvurur. Önce çok iyi karşılayıp inciler, mercanlar, uşaklar, arabalar, elbiseler… içinde bir misafir gibi bakarlar. Kızlar “Bu ihtişamın bir bedeli olmalıdır” diye düşünürler. Başta ibadetlerini serbestçe yaparlar.
Sonunda Tekfur gerçek yüzünü gösterir. “Bizans’ da yaşıyorsunuz, bizim gibi olmalısınız!” der. Manastıra göndermek ister fakat kabul etmezler. Kızları süslü odalarından alıp izbe dehlizlere gönderir. Çok sıkıntı çekerler. Kuru bir ekmek ve bir maşraba su. Koridorlardan kahkaha ve çığlık sesleri gelir. Tekfur onlara 40 gün mühlet biçer. Ya manastıra yahut……
Kraliçe araya girince, sertlikle değil yumuşaklıkla halletmek için kendi kızları 14 yaşındaki Katerina’ yı onlara arkadaş olarak gönderir. Maksatları kendi din ve yaşayışlarını sevdirmek. Fatıma ve sakine misafirlerini dostça karşılar. Prenses bu iki kızı çok sever ve onlardan çok etkilenir. Hayatları, yaşayışları, ahlakları ve dinleri ile ilgili sorular sorup büyük bir hayranlıkla dinler. Onların birçok kerametine şahit olup Müslüman olur. Artık onlardan hiç ayrılmaz. “Ne söylüyorsanız, ne yapıyorsanız doğrudur” dediği için kızlar ona Sıdıka ismimi verirler.
Zindandan haber soran anne ve babasına; “Çok iyi gidiyor, şaşırmaya hazır olun!” der. Ama sayılı gün çabuk geçer ve 40. gün vedalaşma vakti gelir. Sıdıka; -“Ne mutlu size, şehit olarak sevdiklerinize kavuşacaksınız. Ben ise…” der.
Fatıma bir kağıda Sıdıka’ nın Müslüman olduğunu yazar ve ellerini açıp başlar duaya. Diğerleri amin der. Biraz sonra üçü birden vefat ederler. Hepsi İstanbul’da Çifte Sultanlar tepesinde gömülüdürler. (İrfan Özfatura-Türkiye- 26.12.1998)
Türkiye Takvimi 30.Mart.2000
Derleyen Sevim(Bulut)Bayer